Eminim çoğumuz Taksim Gezi Parkı’ndan öyle ya da böyle geçmişsinizdir, bazılarınız oturup çay da içmişsinizdir. Evlendirme Dairesi’nin yanındaki küçük çay bahçesi, gide gele dost olduğum çayhanecileri, parkın kaldırılacağını söylediklerinde doğrusu pek inanmamıştım. Aslında yeşil alanların ortadan kaldırılması yaklaşımı yeni de değildi, Ulus Arberetumu, Karayolları arazisi birer birer alış veriş merkezi, villa ve rezidansa dönüşürken, kentsel dönüşüm de “hazır arazileri taçlandırmak” olarak şekillendi. Öyle ya da böyle, olan bitenden nasiplenen sermaye, hiç sesini çıkartmadı. Nasıl olsa onların kahvaltı yaptıkları güzel mekanları, takıldıkları kalbur üstü akşamları vardı. Tam da bunun karşı tarafı, yani kendi halinde yaşamını sürdürmeye çalışan halk, derdi olsa olsa günü kurtarmak. Arada kalanlar, yani bir şeylerin iyi gitmediğine inananlar; okudukları halde bulamadıkları işleri, en ufak sallantıda kapıya konabilecekleri ihtimalleri ve okutabilecek miyim ben bu çocuğu endişeleri, artık idare edemeyeceklerini anladılar. Gezi’den Kazancı’nın başına taşınmış hamburgerci kuytuda sessizce bekliyordu, onlarınsa Taksim’in ağaçlarına sarılmaktan başka yapacak bir şeyleri yoktu.
Ayran yüzeyden değil, dibinden kabarır
Basitti aslında çıkış noktası, “vatandaş parkına sahip çıktı”… Lakin gerilim körüklenirse elbette orada kalmaz; isyanların dinamiğidir bu, maharet o girdaba hiç girmemekte. Durup dururken alkolle çıkan polemik ayrana endekslendiğinde, kabarması olasılığını da akıldan uzak tutmayacaksınız. Üstelik bu öyle bir kabarmadır ki, on binlerce polis “şefkat saçacaklarına, nefret kusarak” bambaşka bir çehreye büründüğünde, biber gazını bile parfüme dönüştürür. Medyanın tecahülü arifi (bilip bilmezden gelme) her zaman malumdu; ama binlerce kişi sokaktayken, ‘facebook’ta gösterip ‘twitter’da öterken, külliyen silindiler. Halbuki uyarmıştı gazete yönetimleri patronları, “medya ısmarlama haberi kaldırmaz”. Bir kez daha hatırladım, “Saygınlık parayla satın alınmaz!” Velhasıl aynı rant zihniyeti iki hafta önce Mısır Çarşısı’nın önündeki ağaçları da çevre düzenlemesi gerekçesiyle kesti, “ecdadımıza sahip çıkıyoruz” söylemi benim için o dakika bitti. “AKM’yi de yıkıp daha iyisini yapacağız” temennisi artık sadece gülümsemeyle karşılanır. Ayran yüzeyden değil, dibinden kabarır.
Brookings Enstitüsü: “Çapulcu nitelendirmesi endişe verici”
Bu notları yazdığımda Washington’da Türk Amerikan İlişkileri Yıllık Toplantısı’nın otuz ikincisindeydik. Toplantının gündemini de ister istemez Türkiye geneline yayınlan olaylar belirledi. “Yetmiş iki yaşında kayınvalidem de gece yarısı gösterilere katılmış” dedi bir katılımcı, “daha önce mitinge bile katılmışlığı yoktu!”. Bir Karşıyakalı ve bir Göztepeli hem de üzerinde formaları da üzerinde, ağaca tırmanıp bayrak sallamışlar. Burjuva üniversitesinin hiç otobüse bile binmemiş öğrencileri, Taksim’e destek vermek için eyleme katılmışlar. Toplantının basına “hoş geldiniz” mesajı verecek olan düzenleme kurulu, biri sorunca memleketteki durumu, “şüphesiz bu bir ticaret toplantısıdır” dediler.
Hal böyleyken Amerika’da belli ki durumdan hayli rahatsız. Nitekim “Siyasi Manzara” başlığını taşıyan ilk oturumda konuşan Brookings Enstitüsü’nden Kemal Kirişçi, Başbakan’ın olan biteni bir kez daha okuması gerektiğini dile getirdi, alanlara toplananları “çapulcular” olarak nitelendirmesinin “endişe verici” olduğunu belirtti. “Bunun Arap Baharı olduğunu düşünmüyorum, Arap Baharı’nı başlatan kitlelerin sahip olmadıklarını istemeleriydi, Türkiye’de yaşananlar ise kitlelerin sahip olduklarını kaybetmek kaygısı, birine bira içmesin deyip belli bir yaşam tarzını empoze etmeye kalkması bu enerjiyi boşalttı. Bir adım geri atıp, derin bir nefes almak gerekiyor.” Yani Washington’dan da görünen, Türkiye’de kulaklarını halka tıkamış bir yönetim var. Oysa halkın Gezi Parkı duyarlılığını iki günde çözebilecek bir anlayışın hakim olması için değil Başbakan, Belediye Başkanı’nın bile açıklama yapması yetecekti.
Haziran 5, 2013