Geçtiğimiz yıl en büyük değişikliklerden biri de kuşkusuz pilice olan talebin azalmasında görüldü. Ülkemizde “kuş gribi hezeyanıyla” yaktırılan 2.5 milyon tavuğun boşalttığı her yere yerleşen piliç endüstrisi, aslında durumdan zarara uğramış görünse de, orta ve uzun vadede fazlasıyla avantajlıydı. Ne var ki beklemedikleri bir şey gerçekleşti, sattıkları hayvanların pek de sağlıklı olmadığı konusunda yaptığımız uyarılarla aniden toplumsal bir ortak görüş oluşuverdi. Bunun nedeni de elbette halkın hafızasında tavuk kavramının hala taze olmasıydı. Endüstriyel firmalar arasında zaten tavuk diyen yoktu; piliç, beyaz et ya da bakanlıktaki karşılığı olarak “kanatlı” aslında tavuk dışında bir şeyi tanımlamaktaydı. Bu hayvanların ortak özellikleri normal tavuk 1.5-2 saatten önce pişmezken 20 dakikada dağılacak biçimde haşlanmaları, lezzetsizlikleri ve haşlama suyunda jöle oluşturamamalarıydı. Konu elbette aslında en başta yine piliç endüstrisiyle görüşülmüştü. Ritz Otel’de gerçekleştirilen toplantıda sekiz firmanın temsilcisi ve BESD-BİR ile bir araya gelmiş ve üretim yöntemlerini gözden geçirmeleri gerektiğini dile getirmiştik. Buna karşılık endüstri ne GDO soyanın yem olarak kullanılmasından, ne de insafsız yetiştirme metodundan vazgeçmedi. Normal tavuğun bir yılda kesilebilir boya gelmesine karşılık, endüstriyel piliçler 40-45 günde 2.5 kilo ağırlığa ulaşmaktaydı, ama bir farkla, bu hayvanlar sağlıklı değillerdi. Bütün bilimsel araştırmalar hayvanlarda kalp krizi, vücutta sıvı toplanması, eklem dejenerasyonu ya da tümör gelişimini gösterse de, endüstri bunları 45 günde kestiğinden hastalıktan ölmeden önce market raflarına gönderebiliyordu. Nitekim endüstri birkaç cılız açıklama dışında 45 gün-1 yıl farkını bilimsel gerekçelerle anlamlandıramadı. Veterinerler de harcıalem “bunların soyları geliştirilmiş, çabuk pişiyorlar, çünkü körpeler” dışında elle tutulur bir bilimsel açıklama getirmediler. Konuyla ilgili bir veteriner arkadaşımız, söylemini “halkın ucuz protein ihtiyacından” başlattı, “bir miktar tümör çıkabilirle” sürdürdü ve “zaten çok kaliteli et değil” ile sonlandırdı.
Yarı-kimyasal et üretimi, gerçek tavuğu üretmek pahalı ve meşakkatli
Takke bir kere düşmüştü. Piliç etinin ucuz olmasının nedeni yeme dayalı, aslında yarı sentetik bir et özelliği göstermesiydi. 1.7 kilo yem, dünyada hiçbir canlıda olmayan bir biçimde 1 kilo ete dönüştürülebiliyordu. Hayvanlar koruma amaçlı antibiyotik (büyütme amaçlı antibiyotik kullanımının 2006’da sonlandırıldığı söylense de, gerçeği ne kadar yansıttığı tartışmalıdır), yarı sentetik amino asit, GDO soya karışımı bir yemle besleniyor, organlarının çoğu gelişemiyordu. Nitekim esnaf lokantalarında tavuk ciğer yemeği yiyenler, çok küçük kalpleri olduğuna zaten aşinadır. Ama ambalajlara boyunların konamıyor olması, olasılıkla güdük kalmış olmalarına bağlıdır. Nitekim bir firmanın billboardlara verdiği ilanlardaki hayvanlarda da bu açıkça görülür. “Tıknaz, boynu kısa, ayakları çok büyük ve ibiği yok denecek kadar güdük” mutant kuşlara ne kadar tavuk denebilirse, reklam da o kadar gerçeği yansıtmaktadır. Bugün artık firmalar yaptıkları işin gerçekte ne olduğundan haberdar olduklarına inanıyorum. Tavuk üretmek pahalıdır, ama daha önemlisi tavuk bu şifasının doğal sonucu olarak 2 saatten önce pişemeyeceğinden “akşam eve giderken bir tane kapar, 20 dakikada hazır ederim” zihniyeti ortadan kalkmaktadır ve bu endüstri için hız kısıtlayan basamaktır. Nitekim endüstri üretim metodunu değiştirememekte uzun süre direndi ve ardından “organik” kavramına dönmek zorunda kaldı. Buna karşılık tüketiciler organik kavramının karşılığı olarak uzun sürede pişmeyi ve jöle içeriğini kıstas almayı öğrendiler.
Nitekim durumu incelemek amacıyla gerçekleştirdiğim bir İngiltere seyahati, oradaki tavukların etiketlerinde ne kadar sürede piştiğinin yazdığını gösteriyordu, “1 saat 40 dakika”. Anlaşılan piliç alanında çalışan veterinerlik akademisi ciddi bilgi zaafı gösteriyordu. Bugün artık kendi söylemlerine inandıklarından da kuşkuluyum.
Giderek daha fazla sorgulanan yumurta
Bu arada yumurta da aslında hak ettiği kadar incelenmeden sorgulanır bir hal aldı. Bunun bir nedeni, piliçte 45 günde yetiştirmeyi başaran endüstrinin yumurtada da tamamen masum olamayacağı varsayımıydı. Buna karşılık ben yumurta konusunda konuşmaktan özellikle kaçındım, lakin bir gazeteye verdiğim röportajda endüstrinin bilimsel olarak çok ileri olduğunu kast etmek için söylediğim “günde 2-3 yumurta alabiliyorlarmış” söylemi bile dava konusu olunca, daha fazlası olması gerektiğini doğrudan anladım. Birincisi piyasada bulunan ucuz bembeyaz yumurtaların bir açıklaması olmak zorundaydı, zira yumurta bembeyaz olamazdı. Bunun klorlu bileşiklerle yıkanmaya bağlı olduğunu endüstrinin kendi hazırladığı “hijyenik üretim” tanıtım filmlerini izledikten sonra anladım. Klor yumurtanın içine geçtiğinden, kokuşmasını da önlüyor, ama en önemlisi çocukların tercihi bu kokusuz yumurta yönünde oluyordu. Diğer ciddi sorunlar da hayvanların kapatıldıkları dar kafesler ve yem olarak GDO soyaya olan bağımlılıktı. Hayvanın ışıkla oynanırsa günde 2 yumurta verebileceği zaten yapanlar tarafından aktarılmıştı.