Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrrahman Yalçınkaya’nın Aydınlık ve Kalkınma Partisi’ne kapatma istemiyle dava açması hiç kimseyi mutlu etmemeli. Partiler toplumdan aldıkları destekle anayasayı değiştirmek için girişimlerde bulunabilirler; “ögürlük ve demokrasi” adına yapmayı planladıkları değişiklikler, toplumun kendilerine oy vermeyen kesimini bu yolla belli kalıplar içine sokmak, dünya görüşleriyle bağdaşmayacak yaşam tarzını dayatmak amacını da hedefleyebilir. Hatta söz konusu politikalar akılla bağdaşmayacak, içinde yaşadığımız dünyanın gereksinimlerini yok sayacak boyutlara da ulaşabilir. Bütün bunlara karşın, bir partinin kapatılmak yoluyla ortadan kaldırılmasının demokrasiyle bağdaşan bir yanı yoktur. Parti kapatmanın geçerli tek gerekçesi olsa olsa, şiddeti desteklemek olabilir ki, AKP’nin böyle bir yol benimsediğini söylemek mümkün değil.
Ne var ki, AKP’lilerin ve aydın olduklarını ileri sürenlerin Başsavcısı’nın parti kapatma girişimini hukuk dışı sayması, demokrasiyi zayıflattığını iddia etmesi de mantıkla bağdaşmaz. Zira demokrasi hepinizin bildiği üzere, vatandaş sorumluluğunu hiçe sayarak yatıp, derken seçim zamanı gelince işine en çok gelene (bizdeki karşılığıyla erzak ve kömür yardımı yapana) oy vermek yanılgısına dönüştüğünde zayıflar. Demokrasi beri yanda, “ben ne yapabilirim ki, adamlar ülkenin her tarafını ele geçirdi” mantığını güden seçmenlerin sayısı arttığında da zayıflar. Demokrasi, iktidar partisini beğenmeyip, kendi sesini temsil edecek parti olmadığını açıkça söyleyip, oyunu kerhen muhalefet partisine veren seçmenler nedeniyle de zayıflar (Bu durum aslında demokrasinin zayıflaması da değil, sadece altın tepsi içinde sunulduğu o topluma en az iki ölçü büyük gelmesi anlamını taşımaktadır).
İktidarı beğenmeyip, muhalefete güvenmeyip, ülkenin yönetimine katkıda bulunacak bir yeni partiyi oluşturma istek ve dinamiğine sahip olmayan kesimin en “kolaycı” beklentisi, birilerinin gidişata kendileri adına müdahale etmesi, rayından çıktığını düşündükleri memleketi müdahalede bulunarak rayına sokmasıdır. Sanmayın ki Bekir Coşkun’un “göbeğini kaşıyan adam” tanımı “gerekli bilinç düzeyinden yoksun, yani oyunu kendi küçük çıkarı doğrultusunda veren kesimle kısıtlıdır. Bilinç sahibi olan, ama gayret göstermek azmi bulunmayan (yani birilerinin düzeltme yapmasını bekleyen) kesim de göbeğini kaşımaktadır. Her iki kesim de demokrasinin gelişmesinde ciddi engellerdir.
Türkiye parti kapatmaya yabancı bir ülke olmadığı gibi, bunun dünyada da örnekleri bulunmakta. Anayasa çerçevesinde değerlendirildiğinde, bir partinin yüzde 47 oy almasının da bu durumun istisnası olacağına inanmıyorum. Neden? Birincisi “milletin iradesi” kömür ve erzak dağıtım faaliyetleri yoluyla yapılandırılıyorsa yüzdenin büyüklüğünün bir anlamı yok demektir. İkincisi, Başsavcı’nın iddialarının tamamen hayal ürünü olduğunu söylemenin mümkün olmadığını hepimiz biliyoruz, yani AKP’nin din eksenli bir devlet yapısı yaratmak istemediğini söyleyebilen var mı? Ve üçüncüsü, bu hak yargıya devletin temel yapısının ve üniter devletin korunması amacıyla tanınmıştır. Yargının gerekli gördüğü durumda başvurduğu bu yolun doğru ya da yanlış olduğunu tartışmak lüksüne sahip olmadığımız gibi, işini yaptığı için suçlamak hakkımız da yok.
Bizim ülkemizde demokrasi nedense iktidar tehlikeye girdiğinde en çok dillendirilir hale geliyor. Oysa esas önemli olan her kapatma isteminden ya da eyleminden sonra kendimize samimi olarak sormak zorunda olduğumuz sorudur; “ben bu ülkenin ve yönetildiği demokrasisinin gelişmesi için göbeğimi kaşımak dışında ne yaptım?”