Gelin bu hafta uzun süreden beri yapmadığımız üzere, bir istisna yapalım, yazdıklarımızın çok düşünüp de pek az dile getirdiğimiz içrek (Batıni, ezoterik) kısmına değinelim. Her şeyin bir görünür olan, yani tezahür ettiği gibi algılanan, bir de “anlamların içindeki anlamlar” olarak kabul edebileceğiniz iki yönü bulunmakta. Görünür olanın açıklanması aslında kolay değildir, ancak biz onu bildikleriniz çerçevesinde bir şeylere dayandırarak, daha çok “basitleştirerek” açıklarız. Doğanın ilkbahardaki canlanması dünyanın eksenine, dolayısıyla mevsimlere dayandırılır, lakin mevsimler dediğiniz sadece sıcaklık değişimleri midir? Sahil kasabalarındaki kediler kışın tüyleri kabardığından mı daha tombul görünür, peki olası besine daha fazla erişebileceklerini düşündüğümüz yaz aylarında sadece sıcaktan mı çiroz gibi süzülür? Bir başka paradoks da balıklar için geçerlidir, balıklar yazı değil, kışı semirerek geçirir, soğuktan tüketeceklerini var saydığımız yağ dokuları, daha çok aralık ve ocak gibi doruğa erişir.
Garip değil midir, insanlar da kış aylarından daha çok kilo alıp çıkar. Soğuğun etkisiyle daha çok yediklerinden midir yağ dokularındaki bu kabarış? Öyle değilse neden artar yağ dokuları, bir mevsimsel reklam dayatması mıdır, yazın mayo giyecek olmanın huzursuzluğu mudur kilo vermek telaşındaki bu artış? Bir diğeri anneannemizin çok değerli bir gözlemi, yıkadığı maydanozlar ve yeşillik toprak kaseye koyarsa en uzun süre diri kalırmış. İster durulasın, ister kurulasın, ne cam da ne metalde, kağıt havluya sarsa bile yoğurtlardan kalma toprak kase en uzun saklarmış. Neden yün battaniyeler ve kazaklar en iyi ısıtır? Elyaftan yapılmış taklitleri, kalın, hafif ve ucuz, çekici renkli desenleri gözümüzü alır, peki neden ısıtmaz altına sığınsak bile içimizi?
Akşam eve dönünce beni iki kedi karşılar, aylardır görmemişler gibi sürtünür kucaklar. Anam, babam ve teyzelerim, üç beş kişi karındaş bildiklerim hariç, hiç kimseden görmediğim tezahürattır. Bu karşılıklı bir ihtiyaç giderme ilişkisi değil, tamam, yemek veririm, kum temizlerim, ama anlamanın ötesinde, bilirim. Onların istedikleri doğrudan benim. Yalnızlığın paylaşılması da değil bu, belki geçmişin kutsanması, anneleri verdiğinden ve sonra öldüğünden beri birlikteyiz. Bir ev, iki kedi, ölmeye hala direnen dört bitki, ana caddeden Haliç’e bakan mekanı, ikişer metrekare mutfak ve banyoyla antreye bağlanan arka odasıdır sadece oturduğumuz. Eve her geldiğimde, gözünden uyku akan Tekir sanırım “arka odayı yemeye çalışan kuşlara karşı evi nasıl kahramanca savunduğunu” anlatır. Oysa kırpıştırdığı gözüne atfen ben, nerede yattığına bakarım. Ve hiç sekmez, yırtık yün kazağın sıcaklığından yünün üstünde uyuduğunu anlarım.
Kolay kabullenmenin sıkıntısı, olanın hatalı açıklanması
Mikroorganizmalar, bitkiler, hayvanlar ve biz, var oluşumuzu açıklayan iki temel kavram var. Bunlardan birincisi yaradılış. Diğeri ise evrim, yani yapı taşı dediğimiz maddelerin rastlantı sonucu bir araya gelerek bu düzeni oluşturdukları, bana kalırsa daha çok bir kolaya kaçış. Çünkü birinci görüşün kendini ispat gibi bir kaygısı doğal olarak olamaz; yaratılmış olanların yaratıcının düşüncesini algılaması mümkün değildir, İrade’nin vücuda getirdikleri nedenlerini idrak edemezler. Evrimciler açısından ise açıklama daha kolaydır; “rastlantılarla ortaya çıkan yaşam, koşullar karşısında üstünlük gösterenlerin sağ kalmasını olanaklı kılar” (dünyanın oluşumu sırasında karbon, azot ve oksijen, düşen yıldırımların etkisiyle birleşmiş, derken yaşam oluşmuştur). Tezahürü basit bir örnekle açıklamaya çalışalım: “Gözünün üstünde neden kaş var?”, “çünkü terin göze girmesi görmeyi bulandıracağından iyi görenler üstünlük sağlamıştır, kaşı olanlar sağ kalmıştır”. Mantıklı görünüyor, üstelik güzel olabilecek kadar da basit (basit güzeldir ilkesi, ama her zaman geçerli değildir). Ama fazla kolay bir açıklama, çünkü “tezahür edeni ilk göründüğü haliyle açıklamak” sığlığına düşüyor. Tekir’in yırtık yün kazağa yatmasının “babası olarak kabul ettiği benim kokumla ilişkili” olduğunu sanmak kadar basit (ama derin dostluğumuz açısından bir o kadar da güzel).
Bildiklerimiz aslında az buz değil, ama yeni bir bakış açısı da gerekli
Sık sık dile getiriyorum, var oluş hakkında aslında çok az şey biliyoruz. DNA’nın ve proteinlerin yapı taşlarını çözdük, nasıl sentezlendiklerini de anladık. Ancak mesele bütünü okumak olduğunda anlamlarına vardığımızı pek söyleyemiyoruz. Proteinlerin dizilerini biliyoruz, nerede hangi hata olursa ne sonuca varacağını da üç aşağı, beş yukarı saptadık. Ancak dizisi belli bir proteinin binlerce olasılık varken nasıl öyle işlevsel biçimine katlandığına bir türlü vakıf olamadık. Hücrenin “endoplazmik retikulum” denen bölgesi bundan sorumlu, lakin o bölgenin nasıl çalıştığını bir türlü açıklayamadık. Bunun bütünü bilgi eksiği değil, akıl anlamakta da zorlanıyor. Çünkü yukarıda üç beş örneğini verdiğim olan biteni, akıl kendi sınırları içinde açıklayamıyor. Bu durumda bilgi eksiği değil esas olan, yeni bir bakış açısına erişmeli, bildiklerimizin yeniden yorumu gerekli. Zira kedilerim ve ben, güneş üstümüzden giderken ve dahası sabah vakti, güvercinlerin güne duruşuna binaen her nasılsa daha fazlasını yaşıyorsak, zerzevat toprak kapta daha uzun süre diri kalıyorsa, soğukta canlıların yağ dokusu artıyorsa, görünenin ötesinde bambaşka bir dünya olmalı besbelli.