Geçtiğimiz üç yazıda tartıştığımız “embriyonun gelişim sırasında önceki ‘varsayımsal’ aşamaları yeniden geçmesi” prensibi (rekapitülasyon) aslında pek çok açıdan tartışılabilir (yazılara gelen eleştirileri ve değerlendirmeleri ayrıca ele alacağız). “Önceki aşamaların tekrarlanması” kavramı evrim görüşünü savunanlar için “balıktan geçip insana dönüşüm” gibi bir gözlem olduğundan elbette fazlasıyla kullanışlıdır. Gözlem bilimsel düşüncenin başlangıç noktasını oluşturur, ama doğru açıklamaya muhtaçtır. Yani görünenin en basit haliyle açıklanması her zaman doğru olmayabilir. Günümüz bilimi ise, elindeki teknik olanaklar sayesinde gelişimin her aşamasının bile genetik profilini çıkarabilir, hangi genlerin aktif hale geldiğini inceleyebilir. Ne var ki teknik açıdan böylesine sofistike bir yöntem bile açıklama konusunda kısıtlı kalır, hatta “yanlı” yorumlanırsa kendi içinde çelişen, ama düşünülmeden tekrarlandığında genel söylem halini alabilir.
Öğrenilmiş deneyim genlere yazılır mı?
Genel söylem haline dönüşmenin örneklerinden biri, insanların rüyalarında “düşüyor olduklarını görmelerinin”, “atalarının ağaçlarda yaşamış olduğu” kabullenmesidir. Açıklama şöyledir: “Atalarımız ağaçlarda yaşadıklarından, ağaçtan düşmeleri söz konusu olabiliyordu, bu korku genlerimize yazıldığından biz de rüyalarımızda benzer korkuları yaşarız”. İlk söylendiğinde kulağa mantıklı gelmektedir, ama irdelediğinizde ve genetik mekanizmanın nasıl işlediğini okuduğunuzda geçerliliği çok fazla tartışılır. Birincisi, üreme iki hücrenin birleşmesiyle olmaktadır, bu durumda düşme korkusunun üreme hücrelerine kodlanması gerekir. Yani ağaçtan düşmüş birinin öğrenmiş olduğu bu korkuyu rüyalarında görmesi mantıklıdır. Ama bunun üreme hücrelerinin DNA’sında genetik değişiklik yaratarak sonraki kuşaklarda benzer rüya biçiminde ortaya çıkması mantıksızdır. İkincisi, önermenin doğru olduğunu kabul edelim, DNA kodlaması eninde sonunda bir proteinin ortaya çıkmasını sağlamaktadır. Bu durumda hafıza ya protein ya da o proteinin neden olduğu biyolojik/kimyasal olaylar silsilesiyle gerçekleşmek durumundadır. İnsanlar sadece düşmekten korkmaz, “o halde diğer korkular da kalıtılmış olmalıdır” gibi bir çıkarım ne kadar geçerlidir?
Bilim tarihi aslında benzeri binlerce kabullenmeyle doludur. “Düşme” örneğinin bu kadar yer etmiş olması doğruluğundan değil, evrimle ilgili düşünceyi destekler görünmesindendir. Aynı şey kuşkusuz “önceki aşamaların geçilmesi” (rekapitülasyon) yaklaşımı için de geçerlidir. Milyonlarca yıla yayıldığı düşünülen bir durum açıklanmaya çalışıldığında, bu sürecin yumurtanın içinde yeniden tezahür ettiğini düşünmek anlayışla karşılanabilir, ama doğru ya da salt gerçek olduğunu göstermez. Burada esas sorun geçmişe ait izlerin silinmiş olmasındadır, yani bizim fosil kayıtları olarak adlandırdığımız her şey ya taşlaşmış kabuklar ya da bir şekilde varlıklarını sürdürmüş kemiklerdir. Buluntulardan tam ve iyi durumda olanları doğal tarih müzelerinde sergilenir, bugünkü durum da aşikar olduğundan aradaki boşluğun bir şekilde doldurulması gerekir; böylelikle “ata ve soy” kavramları ortaya çıkar.
Eylem zamana yayılırsa gözlem becerisi kısıtlanır
Fakat beri yandan, incelemeye alınan zaman dilimi çok geniş olduğundan, bilimin başlangıç noktası olan “gözlem” burada kısıtlılığa düşer. Hatta aynı kısıtlılık yavaş gelişen bütün süreçler için söz konusudur. Örneğin bir genin bloke edilmesinin doğurduğu sonuçlar embriyonun gelişim hızı yüksek olduğundan nispeten kolay saptanır, ama aynı genin etkisi canlının yaşam sürecinin ileri dönemlerine yönelikse genellikle saptanamaz. Benzer şekilde, her gün geçtiğimiz sokakta aslında çok sayıda dükkan açılıp kapanmaktadır, değişim ancak iki hafta tatile gidilmişse kolay algılanır. Gözlemci olan biteni ya çok belirginse fark eder, ya bilerek arıyorsa bulur.
Burada daha ilerde daha detaylı tartışmaya çalışacağımız esas kavram “ortam koşullarıdır”. Biz ortam koşullarını genellikle çevre koşulları, iklim değişimleri olarak algılarız, ancak gelişmekte olan canlının bulunduğu yumurtanın içi de yalıtılmış bir ortam koşuludur. Yumurta por adı verilen çok ince deliklerle dış dünyayla özel bir ilişki kurar. Uzun zaman kesitine yayılmış biyolojik değişiklikler (canlıların değişimi ya da “ata” kavramı) ortam koşulları bilinmeden doğru değerlendirilemez, sadece akla uygun yakıştırmaların kapısını açar.