Güncellenmiş hastalıklara tarihi tedaviler

Geçen haftalardaki yazı dizisinin özeti şudur; tıp dünyası yaşadığımız çevre koşullarının değişimini hesaba katmazsa, eski sanılan yeni hastalıkları kavramakta zorlanacağı gibi, “hastalığa alakasız don biçmek” gibi bir hataya düşer. Bu hata en çok da “umutsuz” olduğu düşünülen alanda, yani kanser tedavisinde gerçekleşir, zira umutsuzluk düşüncesi bütün seçeneklerin kapısını açmaya zorlar. Kapı açma denemeleri hatalı olmayabilir, ama bir tedavinin mesnetsiz bir şekilde aşırı uzatılması başka sorunları beraberinde getirir. Bunların bir kısmı bilinir, ama yeni yeni ilaçlar için hepsinin öngörülür olması mümkün değildir. Birkaç iyi bilinen örnekle açıklamaya çalışalım:

Meme kanserinin tedavisi bitse de sonrasında hormon ilacı verilmesi genel kabul görmüş yaklaşımdır. Bu otuz yıl önce altı ayla başlamış, sonra bir yıl, iki yıl, beş yıl, on yıl, sonunda hayat boyu düzeyine gelmiştir. Hatta önerilen uygulama ilaçların “switch” denen yöntemle belli aralıklarla değiştirilmesidir; böylelikle herkes payını almış olur. Ama uzun süreli östrojen baskılaması kemik kaybına, osteoporoza, bilişsel işlevlerin azalmasına yol açar. Üstelik ilacı keserken birden bırakırsanız bu kez kemik yapımı uyarılacağından kemik ağrıları ortaya çıkar, tarama için sintigrafi kullanırsanız kemik metastazı olarak yorumlanır ve bu kez hastaya kemoterapi ya da akıllı ilaç vb. başlanır. 

Damara neden pıhtı atar?

Kemoterapi ilaçlarının doğru kullanılması durumunda faydası olduğu kesindir. Ama aşırı uzamış tedavi, ilaç damardan uygulanıyorsa uygulandığı damarda yoğun konsantrasyonda olduğundan damar cidarını bozar. Bir süre sonra damarlar iyice kırılgan hale geldiğinden iğne sokmaya çalıştığınızda patlar. Bu sorun iyi bilindiğinde bu kez merkezi kateter (port) yerleştirilmesi önerilir. Ama aynı zarar ana damarda da ortaya çıkabileceğinden, bozulan damar cidarında pıhtı oluşur ve ana akciğer damarını tıkar. Bazı kemoterapilerin yüzde kırka varan emboli etkisi bulunur.

Grip olunduğunda C vitamini alınmasının bir yere kadar mantığı vardır, çünkü ateş de varsa kollajen yıkıldığından halsizlik (dayak yemişlik) durumu oluşur. Bu nedenle sadece C vitamini vermek, bunu antioksidan olarak kabul etmek yetersizdir, beraberinde kemik suyu (varsa gerçek tavuk suyuna çorba) ile beslemek gerekir. Bu yapılmazsa C vitaminin alınmasının etkisi kısıtlıdır.

Maksat hastaların zarar gömemesi

Antibiyotiklerle birlikte B vitamini verilmesi ben tıbba girdiğinde de önerilen bir yaklaşımdı, ancak tek başına B vitamini vermek bir yere kadar mantıklıdır. Antibiyotik bağırsak florasını değiştirir, bu nedenle genellikle ishal ortaya çıkar. Probiyotik verilmesi daha makul görünür; ama en makul yaklaşım antibiyotiğin gerektiği kadar verilmesidir. Oysa genel öğreti mutlaka beş gün verilmesini söyler. Tarihten kalan yaklaşım hala ana uygulama yöntemidir, hele hele çok sık antibiyotik kullanılıyorsa (aile hekimlerinin reçete etmeleri meselesi) iş iyice sarpa sarar.

Bunlar ve benzeri çok fazla uygulama sorgulamaksızın sürdürülmektedir. Tıp yaklaşımın değişeceğini kabul etmez, çünkü durup dururken iş çıkarıldığını zanneder. Oysa maksat iş çıkarmak değildir, maksat hastaların zarar görmemesi, gereksiz ilaç kullanılmaması ve elbette daha doğru ve geçerli yaklaşımların önünün açılmasıdır. Tıp kitaptan değil, uygularken öğrenilir, ama ilgilenen yoksa yeni seçenekleri denemek labirentinde kaybolup hapsolacaktır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir