Günümüz dünyasında üniversitelerin neden kurulduğu bundan elli yıl öncesine göre artık tartışma konusudur. Üniversite kelime karşılığı olarak her ne kadar “evrensel” anlamına gelse de, yenilikçi düşünce ortaya çıkarmak açısından (en azından lisans düzeyinde) atıl kalır, daha çok belli müfredatın verilmesiyle yetinir. Değerler sistemi olarak kazandırılması beklenenler, dünyanın geneli için söz konusu olduğu üzere, sıradanlaşır. Aslında (mesela) sağlık bilimleri ya da mühendislik gibi bütüncül bakış açısıyla kümeleşmesi gereken yaklaşım, alanları birkaç ortak dersin ardından sınırlar koyarak iyice parçalar. Bu ortamdan bir mesleği ifade eden diplomayla mezun olmak elbette çok zor değildir, ne var ki edinilen konum eski zamanların “üniversite bitirmiş” yakıştırmasını karşılamaz. İşin daha hazin yanı, üniversite bitirmiş olmak eskiden iş garantisiyken günümüzde bir etkisi kalmamış görünmekte, hatta “hayata geç başlamak” gibi olumsuz etkide de bulunabilmektedir.
Endüstrileşmenin götürüsü olarak üniversiteler
Üniversiteyi bu noktaya getiren elbette öğrenciler değildir, sorun günlük yaşamın da bir bileşenidir. Elli yıl öncesine göre ayrıcalık sayılan pek çok edinim günümüzde standardın altında kalır. Malların ucuzlaması ve bollaşması değerler sistemini dejenere eder, bu etki üniversiteler için de geçerlidir. Nihayetinde giysilerin içini insanlar, üniversitelerin içini de bu konumu hak eden öğretim görevlileri doldurmak zorundadır. Giysi, üzerinde taşıyanı nasıl insanileştirmezse, bina ve donanım da bir üniversitenin oluşması için yeterli olmaz; bunu yaşar hale getirecek öğretim görevlileri ve onların hayata kazandıracağı artık ağaca duran genç beyinler gereklidir. Ülkemizde üniversiteler giderek Amerikan modeline yaklaşır, kamu ağırlığı ortadan kalkar, vakıf üniversiteleri ağırlık kazanır. Özel üniversite kurmak çok zor olmadığı gibi aslında dolaylı açıdan kazançlı bir yaklaşımdır. Bazı bölümlerin altyapısı için finansman bile gerekmez, anlatacak biri ve bir tahta yeterlidir. Ancak vasat ortam, vasatın altında sonuç doğurur.
Mezunları bekleyen gelecek
O halde sayıları yirmiyi geçmeyecek kökü hala sağlam eski üniversiteleri ve kurumsallaşmayı başaran birkaç özel vakıf üniversitelerini saymazsanız, üniversite okumak artık doğal eğitim basamaklarından sadece birisidir. Bunu okumak isteyenlerin içerisinde sadece küçük bir kısmı gerçekten üniversite okumayı amaçlar, çoğunluk sosyalleşmenin ya da askerlik ertelemesinin bir seçeneği halinde algılar. Peki, neden bu kadar çok üniversiteye ihtiyaç vardır, insanlar sadece üniversite bitirerek mi meslek sahibi olur? Elbette değil, ama bu bir yerde endüstrileşmenin götürüsüdür. Örnekle açıklamaya çalışalım, ürünlerin otomatik sistemlerle üretilmeleri yeni değildir, ama iş kolu gelişince servis denen kavramı ortaya çıkarır, bunun bir sonraki aşaması artık “tamirci çırağı” değil, sistem operatörü ister. Sistem kuruluşu aşamasında yeni düşünce kurabilen küçük bir iş gücüne gereksinim gösterir, bir aşamadan sonra ana yüklenici satış ve pazarlamadır. Bakış açısını pek çok alana genişletebilirsiniz, sonuç ister istemez özel sektörün bile kamulaşmasıdır.
Aynı nedenden ötürü günümüz üniversiteleri artık yenilikçi değildir, iyi olanlarının mezunları tıp dahil ana endüstrilerde beyaz yakalı olarak devam ederken, daha sıradan olanların mezunları üniversite diplomalı işsizler safına katılır. Üstelik bu öyle bir sistemdir ki, bir aşamadan sonra vasatta buluşmak ana seçenek, iyi olanın yaptığını taklit etmek de temel ilgi alanını oluşturacaktır. Sistemin içinden çıkabilmiş, genellikle bitirmeyi başarmış birkaç kişi “mentör” olarak adlandırılır, iyi bir iş kurup para kazanmayı da başaranlar ise “başarı öyküsüne” dönüştürülür.