Uzun süredir uzaklaştığımız biyoloji sularına yeniden girmek, kaçınılmaz fırtınalardan korunacak dingin bir liman gibi. Tamam liman dingin, ama suyun dibini görebilen de henüz olmamış. Ancak su bu kez daha derin, çünkü hafızadan söz etmek istiyoruz; yani öğrenilmiş ya da yaşanmış bir şeyi akılda tutma yetisi. Üzerine milyonlarca araştırma, yüzlerce cilt kitap yazılmış olsa bile aslında ne olduğunu bilen, daha doğrusu kavrayan yok. Bizim hafızayla ilgili sorunumuz saklanamamasından kaynaklanıyor. Hatta unutulduğu bile şüpheli, mesele öğrenilenlerin bilinse bile hatırlanamamasında. Bu öylesine kötü bir dert ki, en iyi tanıdığınız arkadaşınızın adından tutun, ev anahtarlarınız nereye konduğunun bulunamamasına kadar geniş bir çerçevede ortaya çıkıyor. Oysa bazen hiç olmadık zamanda hatırlayıveriyorsunuz. O halde sorunun tamamen unutmak mı olduğu, yoksa hafızaya geri çağrılmakta zorlanmayla mı kendini gösterdiği de meçhul.
Benim konuyu sorabileceğim en yetkin isim Prof. Dr. Gazi Yaşargil olmuştu. Yıllar önce bir toplantıda tanıştığımızda “Hocam nedir bu hafıza?” diye sormuştum, Yaşargil Hoca “Ben ponsun da ne olduğunu hala anlayamadım” şeklinde cevaplamıştı. Pons beyin sapının bir bileşeni, beynin arkasında yer alan serebellumu, köprü biçiminde beyin sapına birleştiriyor. Bu bölge kuşkusuz Yaşargil Hoca’nın maharetini sergilediği başlıca alanlardan biri, ama o bile her türlü cerrahisini başardığı organın ne olduğu konusunda kesin bir kanıya varmış değil.
Hafızanın biçimleri aslında bilgisayar teknolojisinin temelini oluşturur
Biz hafızanın bilimsel anlamdaki karşılığını ise yine kendi yaptığımız bilgisayarların bellek sistemlerine dayandırıyoruz. Kısa süreli hafıza akılda anlık tutulabilen bilgilerden oluşuyor, bunun bilgisayar dilindeki karşılığı “Rapid Access Memory”, “hızlı erişilebilen bellek”, yani RAM. Sonrasının ucunda kalıcı bellek var, , ama arası yine de muğlak. Hangisi hangisinden ilham almış açık olmasa da, RAM’in kalıcı belleğin anahtarı olduğunu düşünüyoruz. Yani kısa sürede öğrenilenler, daha fazlasına olanak sağlayınca kalıcı belleğe dönüşüyor. Ancak öğrenilmiş olmasına rağmen hatırlanamayan durumlar söz konusu olduğunda, mesela simanın ve olayların bilinmesine rağmen ismin unutulması, mesele bilgisayar örneğinin dışına taşıyor.
İşin bir diğer kısıtlayıcı yönü ise hepimizi ilgilendiren bu işlevin sinir fizyolojisi, nöroloji ve psikiyatri arasında bölünmüş olması. Fizyologlar konuyu hücreler arasında yeni bağlar kurulması üzerinden tartışırken, nörologlar hastalık açısından irdeliyor; ama psikiyatristler bilinç altı ya da dışı gibi kavramlarla biçimlendiriyor. Bizde ise durum çok basit: “Unuttum”, hepsi bu.
Birinci irdeleme: Hafıza geliştirilebilir mi?
O zaman meseleyi öncelikle “hafıza nedir ve geliştirilebilir mi?” sorusuna cevap arayarak incelemeye başlayalım. “Hafıza nedir” sorusunun yanıtı açık, ama tersten veriliyor, yani hatırlama becerisi. “Geliştirilebilir mi” sorusunun yanıtını da olasılıkla “evet”, geliştirilebilir görünüyor. Ama iki soruyu birleştirip yanıtlamayı denerseniz, hafıza “aslında öğrenilmiş olanların işleme hızının artırılması” yorumuna erişiyorsunuz. Hepimiz günlük yaşamda bilinçli ya da bilinçsiz çok fazla uyaranla karşılaşıp bunların gereğini yerine getiriyoruz. Bizim keskin hafıza dediğimiz önceden öğrenilmiş olanın kısa sürede işlemden geçirilme becerisi. Dolayısıyla çaresiz bilgisayar örneğine geri dönelim, RAM belleğine alınan bilgiler kalıcı hafızaya olasılıkla beynin merkezindeki hipokampus üzerinden geçiriliyor. Hipokampus beynin ana boşluklarının tabanında yer alan küçücük bir uzantı, ismini denizatına benzemesiyle alıyor. Varsayım bu bölgenin beyin ışınlanmalarında radyasyon alanı içine girmesiyle hafıza zaafının ortaya çıkmasıyla pekişiyor. Beynin boyutu dikkate alındığında, bir vücudun parmağı sayılabilecek bu uzantının mahareti de meçhul
Olsun, biz konuyu çalışma prensipleriyle değil, hafızanın geliştirilip geliştirilemeyeceği tartışmasıyla sürdüreceğiz.