“Hafıza yeteneği geliştirilebilir mi?” sorusunun yanıtı bana göre “evet” olacaktır. Ancak yine bilgisayar benzetmesinden hareketle gidersek, geliştirilen aslında ezberleme yetisi değildir. Ezberlemek bazıları için çok kolaydır, orta uzunluktaki bir hafızayı gerekli kılar, elbette unutulur, ama çocukluk çağlarında ezberletilenler kalıcı hale gelebilir. Bu tekerlemelerin anlamsız olsalar bile akılda kalmalarını, duaların anlamları bilinmese bile söylenebilmesini olanaklı kılar. Ancak beri yanan masallar ya da kıssalar da, anlatım biçimlerinden bağımsız, sonradan yararlanılabilecek temel kavramları oluşturur.
Ne var ki hafıza ve ezber yeteneği aynı şeyler değildir. Ezber bilgisayarın bir şeyi taramasına benzer, benzer kalıpları algıladığında kalıcı bellekten çağırır. Programlar, adı üzerine onlara yazılmış olanı yapabilir. Yani siz bilgisayarınızda dokümanların içinden çıkmazsanız hatırladığınız faklı kalıbı arama bölümüne yazarsınız, bilgisayar kalıbın içinde geçtiği bütün dokümanları seçer önünüze koyar. Google gibi arama motorlarının mantığı bu şekilde başlar, örneğin şiirin bütününü hatırlamasanız bile “Haydi Abbas, vakit tamam” yazarsanız, internet söz dizisini tarayıp “eski sevgiliyi Beşiktaş’tan bulup getirecektir” (Cahit Sıtkı Tarancı).
Ne var ki gerçek hafıza ilişkilendirmeler üzerine kurulur. Bu günümüz bilgisayarlarının öğrenebilme yeteneğinin temelinde yatan özelliktir. Abbas’ın aslında Beşiktaş’la bir alakası yoktur, şiir onu ilişkilendirir. Abbas ve Beşiktaş yazarsanız yine şiiri bulur, çünkü iki farklı kelimenin birbirini belli aralarla takip ettiği uzun metinleri de tarar. Oysa bizdeki hafıza sadece bunu yapmaz, okul arabasını beklerken sabahın erken saatlerinde şiir okumanın keyfini de hatırlatır. Bunun için aklın öğrenilenleri ve yaşananları örümcek ağı gibi yerleştirmesi gerekir. Mesela bir kimyasal denklemi doğrudan hatırlamanız zordur, ama onu bulan kişinin kısa bir biyografisi gibi bileşenleri de içine katarsanız hafıza genişlemeye başlayacaktır. Öğrenilmiş denklem bu yolla ilintili başka bir olaya ya da kavrama bağlanır.
Örümcek ağı “bilgi ağının” modelidir
Örümcek ağı denmesinin nedeni de budur. Ağ birbirine paralel, ama belli aralıklarla dikey de bağlanmış bir yapıyla büyüdüğünde, örümcek sadece paralel liflerden geleni değil, ağın herhangi bir yerine dokunanı da algılar. Dolayısıyla hafızanın geliştirilmesi düz uzun hatlar (geniş hard disk) kurulmasından çok birbirine paralel biden çok küçük hard diskin çalışmasıyla güçlenir. Denklem bilgisi bu disklerin sadece birindedir (ezber diski), ama siz diğer diske kaydettiğiniz olaylar zincirine paralel bağlarsanız, esnek ve katlamalı bir hafıza elde edersiniz. Hiçbirimizin detayını hatırlamadığı Karlofça Anlaşması’nın tarihi kolaylıkla aklınıza gelebilir, ama dönemin siyasi ve sosyoekonomik koşullarıyla ilişkili hikayelere bağlantıyı kurarsanız, anlaşmayı hazırlayan nedenler ve sonuçlarını da hatırlarsınız.
Bütün bunları nispeten uzun bir sürede ve irdeleyerek yapmayı başarabilen okullar / ekoller çok iyi öğrenciler yetiştirebilir. Bu ağ oluşumu için bir kritik eşik var mıdır, belki… Kritik eşik paralel bağların çoğaltılmasıyla geçilen bir sonraki aşamanın başıdır. Okuma sürdürülüp, öğrenilenler irdelenip devamı getirilirse, beynin çok ileri dönemde ortaya çıkan doğal yaşlanması gecikir. Hafızanın örümcek ağı artık o kadar gelişmiştir ki, bazı yerleri kopsa bile bütünlüğünü korur. Eşik bir kere geçildi mi, kişinin toplum ortalamasının üstüne çıkması kaçınılmazdır. Bu aşama önce kültürü, ağ daha geliştiğinde derin bir kültürü örer.
Hafızanın keskinleşmesi nasıl olur?
Peki daha ötesi de mümkün müdür? Olası görünüyor; okudukça, irdeledikçe, eski bilgilerle bağlantı kurma hızı da ister istemez artacaktır. Bunun bilgisayar dilindeki karşılığı sadece işlem hızı değildir, hafıza büyük bir RAM’e dönüşür. Mikroişlemci zaman biriminde aynı hızda çalışsa bile birden çok dizine temas eder. Böylelikle hafıza dolaylı olarak da hızlanır, buna “keskinleşme” denir, daha eski tabirle “leb demeden leblebiyi anlamaktır”. Düşünce artık eski girdilerin (entry) çok daha fazlasına temas eder ve gözden geçirir. Tamam, meşakkatli bir iştir, ama yepyeni çıkarımlara olanak sağlar.
Ben bunu bir kere denedim, sanırım anlatmıştım, maymun bilimi (primatoloji) üzerineydi, gelecek yazıda kısaca tekrarlarım. Aynı mantıkta ürettiğim, iki benzer iki bildiriyi de bu sene Amerikan Kanser Kongresi’ne gönderdim. Konu bu kez kanser ve bağ dokusu ilişkisi, yöntem ise onların veri tabanı olan Pubmed’in taranması oldu ve üstelik yeni bir kavramla süslendi: “Algı kayması faktörü” (perception shift coefficient).