Yaklaşık iki yıldır tartışmakta olduğumuz Tam Gün Yasası sonunda Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde hiç tartışılmaksızın madde madde kabul edilmeye başlandı. Yasa her ne kadar “tam gün” olarak bilinse de, aslında diğer maddeleri açısından çok ciddi sorunları da beraberinde getirecek, bu nedenle mevcut sorunları çözmesini zaten beklemiyoruz. Ne var ki, özellikle Başbakan’ın dile getirdiği “muayenehanelerden geçmeden hasta tedaviye alınmıyor” sözlerinin, yarı zamanlı çalışan doktorların yüzde 5-10’u için bile olsa, “yüzde 99 değil, yüzde 100 doğru” olduğunu vurgulamak zorundayız. Muayenehane doktorlarının bir kısmının, üniversite/devlet hastanelerinde sahip bulundukları konumlarını kötüye kullanarak şahsi menfaat sağladıkları apaçık bir gerçektir. Bunu engellemek konusunda İstanbul Tabip Odası ve Türk Tabipleri Birliği maalesef etkin olamadığı gibi (ellerinde yetki bulunmamaktadır), özel çalışan hekimler de kendi sorunlarının üstesinden gelememiştir. Toplamada her gün en az iki-üç yüz bin hastayla birebir muhatap olan muayenehane doktorları, meseleyi medya kampanyaları ile vatandaşlara anlatabileceklerini zannetmişlerdir. Çünkü Başbakan’ın sözlerinin yanlış olmadığını kendileri de bilmekteler. Dahası, biz şahidiz, başta İstanbul Tabip Odası olmak üzere, bugüne dek yapılan Tam Gün’ü anlatmaya yönelik basın açıklamalarının (en son 15.1.2010, Cerrahpaşa), yürüyüşlerin (en son 20 Ekim 2009, Kadıköy) hiç birine kendileri katılmamışlardır. Bu tavırlarıyla İstanbul Tabip Odası’nı da “odacı” yerine koymuşlardır.
Başbakan’ın görmek istemedikleri
Buna karşılık yasanın sorunu, sağlıkta “külliyen hatalı” bir dönüşüme yol açacak olmasıdır. Yasa, devlet hastanelerinin özelleştirilmesinin kapısını açmakta, sadece doktorların değil, bütün sağlık çalışanlarının elini kolunu bağlamakta, hükümetin layık bulduğu ücrete mahkum etmektedir. Bu ücret de sanıldığı gibi milyarlar değil, 2500 TL civarındadır. Üstelik döner sermaye gelirlerinin de “kesilebilir” olması, sorunu daha ciddi bir boyuta taşımaktadır. Dolayısıyla bu yasa tam gün dışı parçalarıyla (yüzde 90’ıdır) aslında bir hatadır. Sağlık sorununu çözmesi mümkün değildir.
Buna karşılık üniversitelerde yarı zamanlı çalışan doktorların neredeyse hepsi, yasa ile birlikte geri döneceklerdir, çünkü dışarıda bir şey yapmaları mümkün değildir. İşte esas sorun da burada ortaya çıkmaktadır, mevcut alt yapı bu doktorların yaratacağı ek kapasiteyi karşılayabilir durumda değildir. Halihazırda yaşanan randevu gecikmeleri tam gün ile çözülemeyecektir, çünkü çalışma alanı yoktur. Başbakan yasanın yerine varmasını istiyorsa, özellikle Türkiye’nin sağlık yükünü kaldıran İstanbul Üniversitesi’nin tıp fakültelerinde (ve özellikle Çapa’da) altyapı sorununu giderecek imkanları sağlamak zorundadır.
Sağlık Bakanı’nın algı hatası
Bir diğer ciddi hata ise Sağlık Bakanı ve YÖK tarafından yapılmaktadır. Biliyorsunuz Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ı doğru yaptığı her şey için (dumansız hava sahası son örneğidir) ayakta alkışlıyoruz. Ancak Bakan Akdağ, doktorluk ile diploma sahibi olmayı birbiriyle karıştırmaktadır. Tıp fakültesi öğrencileri eğitimlerinin ilk dört yılında öğrenebildiklerini öğrenmekte, hastayla ilgili nosyonun oluşacağı son iki yıllarını ise Tıpta Uzmanlık Sınavı denen garabete çalışarak harcamaktadır. Bu şekilde mezun olan doktora diploma değil, doçentlik/profesörlük verseniz bile bir şey yapamaz, çünkü işi öğrenememektedir. Mesleğe başladıklarında bu klinik açıklarını kapatabilmek için (gereksiz) BT, MR, ultrason, biyokimya her ne varsa istemeleri (ve harcamaları artırmaları) tesadüf değildir. Zira tanı koymaktan bile acizdirler, kaldı ki tedavi edebilsinler. Sağlık Bakanı, sağlık sistemindeki “bozukluğun” doktor eksiğinden kaynaklandığı yanılgısındadır. Doktorlar bu kadar yetersiz yetiştirilirken, Türkiye’nin bütününe diploma verip doktor “yapsanız” yine bir şey çözemezsiniz. Doktorluk diploma ile değil, bilgi ile yapılır.