İnsan çok uzun zamandır görmese bile, acı hatıraları canlı kalıyor olsa gerek, ben de birden hatırlayıverdim. Hikâyenin geçmişi belki yirmi yıl öncesine uzanıyordu. Aynı bankanın iki ayrı sırasında gişeyi bekliyorduk. “Hiç uğramıyorsun hocam” dedi. Saçlarının iyice kırlaşmış olmasına ya da üstünde görmeğe alışkın olduğum beyaz önlüğü bulunmamasına rağmen yine de hatırlamıştım esnaf lokantasının sahibini. Arada yolda karşılaşıp da tetkik gösterdiği de olmuştu belki, onun üzerinden de en az on yıl geçmişti. “Haklısın” dedim. Artık banka kuyruğunda oturmanın mı etkisidir, dökülüverdim.
“Son uğradığımda hani demiştin ya, ‘satsınlar boş ver hocam, nasıl olsa mülkü bizde, ben her ay yastık altına iki yüz dolar koyuyorum’, işte ben o sözüne alınmıştım, o yüzden bir daha da uğramadım.” Ne garip gerçekten çok iyi hatırlıyordum, belki yirmi yıl önce, benim maaşıma yüzde beş zam yapıldığında onlar çorbanın fiyatını çoktan yarısı kadar artırmışlardı. Altı üstü bir çorba, yirmi değil otuz lira versem ne olacaktı.
Ama zihniyeti beni kırmıştı, ülke varlıklarının satılmasına ayda iki yüz dolara fit bir zihniyet, üstelik sorsan milliyetçiliğin kalesi olurdu. Romantik dönemlerimin son anılarından biriydi herhalde. Gerçekten bir daha uğramadım, hatta görür de davet ederler diye kapılarının önlerinden bile geçmedim; nasıl olsa Asmalı Mescit’e çıkan çok sokak vardı. Durum bana göre erdemlerin iflasıydı.
Erdem ahlakın övdüğü ve ahlaklı olmanın gerektirdiği doğruluk, yardımseverlik, yiğitlik, bilgelik, alçakgönüllülük, iyi yüreklilik, ölçülülük gibi niteliklerin ortak adıdır. Konuyu daha yakından irdeleyeneler erdemin çok çeşidini tanımlar; iyilikseverlik, hatırşinaslık, her zaman saygı, gereğinde susmayı bilmek; hülasa akla gelen bütün meziyetler erdem sınıfına taşınabilir.
Benimkiler de kısmen tuttu, kısmen tutmadı, ama esas erdemim doğru bildiğin yoldan dönmemek saplantısıydı. Derdi olanı dinlemek, yapabileceğini esirgememek, güçsüz olanı korumak, bildiğini öğretmek, bilmediğinde yüksünmemek, meseleyi kendine yontmamak; artık ne sayarsanız… Belki sözlük tanımına göre erdem de değil, bir cins saplantı…
İflas yazılarının sonuncusu bu haleti ruhiye içerisinde doğdu. Eski olanı korumak, başkasının önceden inşa ettiğinin üzerine konmamak, unutmamak, unutturmamak. Bugün geldiğimiz yer, sanırım bu yoldan sapmanın sonu çıkmaz yol olan doğal kaderi. Nitekim kendi kendine iflaslar fazladan çalışmayla düzelebiliyor, dostluk iflasları sindirilebiliyor. Ama hangi türü olursa olsun, tanım doğru bildiğin yoldan dönmemek olduğunda bu iflas halledilemiyor. Üç kuruş için atılan onlarca takla, birkaç oy fazlasına terk edilen takva, ister adını milliyetçilik koyun, ister devrimcilik, hiç fark etmez, tarlayı bina, inancı feda, geçmişi dar, geleceği de bugünden yerle yeksan eder.
Onun da cevabı çok açıktı, “o zaman öyleydi…”
Bir o kadar çıplak, bir o kadar hüzünlü, yol üstünde kalan dükkanı bana artık çıkmaz sokak gibi algılatan telafisiz bir iflas öyküsü.
Gişedeki işini bitirdi, erdem ağır bastı ve selamlaşıp ayrıldık.