İyilik hali sadece beden sağlığından oluşmaz, ruh sağlığı da gereklidir. Ruh sağlığı ise öyle durduğunuz yerde gelmez, aynen beden sağlığı gibi çabalayarak elde edilir. Bilim camiası ne der bilinmez, bana göre ruh sağlığının oluşmasında başlıca üç etken söz konusudur; yaşanan ortamın ya da çalışılan yerin huzurlu olması, nasıl olursa olsun çalışıyor olmak ve kaç yaşınızda olursanız olun geleceğe ilişkin umut taşımak. Ortamın huzuru sizin elinizde olmayabilir, buna ya bir şekilde uyum gösterirsiniz ya da düzeltmek için elinizden geleni yaparsınız. Ancak çalışmak söz konusu olduğunda bu doğrudan size bağlıdır ve bir işiniz olmasıyla ilişkili bile değildir. İnsanlar çalışmayı nedense para kazanmak amacıyla sürdürmeleri gereken bir zorunluluk olarak görürler. Oysa çalışmak bir amaca yönelik yapılan işlerin bütünüdür. Bunun bir getirisi para kazanmak olabilir, ama esas hedefi kendini geliştirmek olmalıdır. İşte böyle düşündüğünüzde ne işle uğraştığınız ikinci planda kalır, işiniz sizin zaten yerine getirmek zorunda olduğunuz görevinizdir. Yani bir çaycı düzenli çay dağıtımından sorumludur. Ama beri yandan çayın hangi sıklıkla demleneceği, nasıl bir düzen içerisinde dağıtılacağı, en kaliteli çayın nasıl harmanlanacağı da görevinin parçası haline gelir. Montaj dahil her iş kendi içinde bir felsefe geliştirmek için uygun bir zemin sunar, bunu bir sanata dönüştürmeniz sizin elinizdedir. Umut dediğimiz üçüncü bileşen bile çalışmanın gerçekleştirilebiliyor olmasından ortaya çıkar.
İçinde işçi olmayan fabrikalar
Bizi olmasa bile çocuklarımızın sağlığını ve mutluluğunu gelecekte en ciddi tehdit eden sorun işsizlik olarak karşımıza çıkmaktadır. Bugün bile, çalışıp kendine yetecek kadar para kazanmaya olanak sağlayacak bir iş bulmak kolay değildir. Ben çocukken babam “oğlum ekmek artık aslanın ağzında değil, midesine indi” derdi, aradan geçen kırk yıllık süreç bu tabloyu daha da ağırlaştırmıştır. Bunun nedeni nüfusun artışı değildir, nüfus artışı teorik olarak yeni iş olanaklarını da beraberinde sunar. Sorun işlerin önemli bir kısmının artık makinelerle yapılabiliyor olmasıdır. Birkaç bilinen örneği sunalım; fabrikaların büyük bölümü otomasyona geçerek işleri robotlara yaptırmaktadır. Örneğin otomotiv endüstrisinde istihdam edilen işçi sayısı giderek azalmıştır. Benzer durum ilaçtan bisküviye, “akan bant şeklinde” üretim yapan bütün fabrikalar için geçerlidir. Geçtiğimiz yıllarda büyük bir ilaç fabrikasını ziyaret ettiğimde, bakanlığın ilaç fiyatlarını düşürmesine rağmen neden ses çıkaramadıklarını, sadece beyaz yakalıları (yani ürün müdürlerini) işten çıkartarak pozisyon almaya çalıştıklarını anladım. Koca fabrikada çalışan otuz kırk işçinin görevi sadece akan üretim bandını gözlemekti. İlaç kolilerinin depolanması bile robotlar ve otomasyon aracılığıyla yaptırılıyordu. Robotlar toplu sözleşme istemez, emeklilik primleri yoktur, grev de yapmazlar.
Sistem artık insan istememektedir
Bugün tarımda kimyasal ilaç kullanımı çapa yapacak mevsimlik işçilere olan ihtiyacı ortadan kaldırmaktadır. Arazilerin birleştirilmesi, uydu kontrollü, tarla koordinatlarının girilmesiyle çalışan insansız traktörlerin çok büyük toprak parçalarını işlemesini olanaklı kılmaktadır. Açılan her yeni bankamatik en az iki-üç banka memurunu işinden etmekte, her yeni kurulan “internetten pazarlama” sitesi sadece tezgahtarları değil, müessese müdürlerine olan ihtiyacı da ortadan kaldırmaktadır. Dahası bilişim ve otomasyon öyle bir noktaya varmıştır ki, bugün mevcut ara pozisyonlara olan ihtiyaç çoktan ortadan kalkmıştır. Dolayısıyla iş sorunu, sadece mavi yakalıları değil, beyaz yakalıları da etkiler hale gelmiştir. Bu olumsuz koşullardan master ya da doktora yaparak da çıkılamaz, “herkesin doktoralı olduğu” bir ortam, “bütün kasabaların il olması” gibidir.