Geçen hafta kaldığımız yerden devam ediyoruz. Kimsenin kuruluşunu bilmediği eski bir şehirde öncesi bilinmeyen arazinin neden böyle korunmuş kaldığı açıklamaya muhtaçtır. Konunun irdelenmesi ne yazık ki günümüz bilgileri çerçevesinde de yapılamaz, yani buralarda öncesinde de dokunulması olanaksız yerler olduğu varsayımı güçlenir. Peki, Bizans öncesinde bile ne olabilir ki? Bunu günümüz tarihi kaynakları yazmaz, zira tarihin aktarımı siyasi gerekçelerle değiştirilir. İstanbul bugünkü Eski Şehir mantığında Bizans ve sonrasında Doğu Roma’ya bağlanır, oysa İstanbul’un bir de hiç bilmediğimiz Pagan dönemi vardır. Bir ana tanrıya bağlı çok tanrı ve tanrıçalı Pagan öğretiler bina sembolizmalarını tanrılara atfedilen tapınaklar üzerine oturtur. Günümüzdeki kayıtlar çok sınırlı olsa da, yüksek duvarlarla ayrılan geniş arazilerin tapınak merkezleri olabilecekleri varsayımı geçerliliğini korur. Nitekim İstanbul’u inceleyen çok erken tarihçiler ve gezginler yazılarında bunlardan bahseder, bugünkü olası konumları ise ancak eski seyyahların notlarına bakılarak yakıştırılır; araziler çok büyük olduğundan onların konumları ancak bu geniş korunmuş alanlar mantığıyla yerleştirilebilir.
Eski Saray’ın bulunduğu alan: İstanbul Üniversitesi Merkez Yerleşkesi
Bugün için İstanbul’da yapılaşmaya açılmasına müsaade edilmemiş yüksek alanlar Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına bağlı Milli Parklar ve Milli Saraylar altında statülerini korurlar. Burada ikinci gerekçe açıktır, yani Milli Saraylar elbette koruma altında olacaktır, ama Milli Parklar denilince “korunmuş yüksek büyük arazi” kavramı farklı yorumlanabilir. Bu bölgeler Bizans öncesinde ve İstanbul Osmanlı’ya geçtiğinde de mevcut yelerdir. İlk önce saymamız gereken elbette İstanbul Üniversitesi Merkez Yerleşkesi’dir. Nitekim Fatih İstanbul’a kavuştuğunda merkez yerleşke vardır, Evliya Çelebi burayı “Haliç’e bakan bu yüksek ve havadar mahalde dört tarafı öyle çimenlik ve ağaçlıklarla süslü bir yer vardı ki, burada bütün yabani hayvan çeşitlerini bulmak mümkündü” olarak tanımlar. Bugün Eski Saray olarak bilinen ilk ahşap Osmanlı Sarayı da bu arazinin ön kısmına yapılır, ama daha sonra yanar. O sırada Sarayburnu’ndaki Topkapı Sarayı kendi altında bulunan saray kalıntıları üzerine artık inşa edilmiş olduğundan yanan saray yeniden yapılmaz. Bugün Bab-ı Seraskeriolarak bilinen İstanbul Üniversitesi ana kapısından girince sağ tarafta “Eski Saray buradaydı” şekilden siyah taş bir sütun ile anılır.
“Biz sana doğrusu apaçık bir fetih verdik ve seni kıymetli bir zaferle destekledik”
Bu mantık başka korunmuş yüksek alanlar için de aynen geçerlidir. Sarayburnu ve Topkapı Sarayı zaten malumdur. Ancak Yıldız Sarayı ve Parkı ile Emirgan Köşkü’nü de içinde barındıran Emirgan Parkı benzer yüksek korunmuş özelliğine sahiptir. Emirgan Sarayı olarak bilinen yapı nispeten yakın zamanda yaptırılmıştır, burada İstanbul’un Pagan döneminden kalma Hekate Tapınağı bulunduğu genel kabuldür. Bir başka kalıntı içeren, ancak son yıllarda restorasyona giren nispeten büyük diğer alan ise yapımı süren Galataport’un arkasında yer alır. Burada görülebilen bir yapı bulunmamaktadır, ancak öncesinde bir yapının temelini oluşturduğu kesindir.
İnsan bakmayı bildiğinde aslında çok daha fazlasını görebilir. Bundan çok fazla geçmişe gitmeyen dönemlerde yapıldığı bilinen Selimiye Kışlası, yine olasılıklardan biridir. Nitekim Haydarpaşa Garı restorasyonu sırasında ortaya çıkan duvarlar da İstanbul’un bilinmeyen başka bir çağına gönderme yapar, esas olan bilgidir.
Olasılıkla tam da bu nedenle Bab-ı Seraskeri üzerinde Fetih Suresi’nden bir alıntı yer alır: “Biz sana doğrusu apaçık bir fetih verdik ve seni kıymetli bir zaferle destekledik”…