Gitmek konusunda yazılabilecek çok daha fazlası var, ancak konuyu kendi bakış açımızla tamamlayalım. İnsanların yaşadıkları koşulların katlanamayacak kadar olumsuz hale gelmesi durumunda vazgeçip gitmek kararını anlamak zor değildir. Gitmek kararı genellikle ekonomik nedenler, siyasi konjonktürde ağır değişiklik ya da devletlerin karşılıklı anlaşmalarıyla (mübadele) gerçekleşir. Ancak benzer anlayış kalanlar için de geçerlidir; gide gide varılacak son nokta yeniden başlangıç hali olacaksa, üstelik gitme şansı olmayanlar için de birilerinin kalması gerekiyorsa bu durumda insanın aklına gitmek düşüncesi gelemez. Bilakis bulunan yer (mevzi olarak adlandırmak doğru olacaktır) daha çok korumaya, daha çok kalmaya ihtiyaç duyulur hale gelmiştir. Sonuçta herkes gidememektedir, gitmeyi asla aklına getirmeyenler vardır, onların haklarını koruyacak bir seçeneğin varlığı seçeneğin ötesinde, umudu da ayakta tutar.
Çünkü görünen o ki insan ne olursa olsun doğduğu coğrafyaya aittir. Bu coğrafya onu sadece karşılaştıklarıyla sarmaz, esas bağ henüz karşılaşmadıklarıyla olur. Bu karşılaşılmayanların varlıkları bilinmez, ama hissedilir, zamanı gelince ortaya çıkar, aklın almadığını gönül görür. Ne var ki bu eylem kendini vermeyi gerektirir; yollar ve sokaklar girmeyenin önüne kendiliğinden serilmez, sırlar ve kapılar aramayanın önünde kendiliğinden açılmaz; üstelik hep bir daha fazlası vardır, gitmek eyleminin başlattığı yolculuk başka diyara değil, kişinin kendi dünyasına yapılır.
Vasat olmanın hikmeti kendindendir
İnsanlar “vasat” kabul ettikleri ortamda ne kadar çok kıymet ve seçenek olduğunu algılamaz. Gidilen yerin çekiciliği, olunan yerin iticiliğinden değil, umudun orada yeşerebileceği inancından kaynaklanır. Bir zamanların Amerika’sının, elli yıl öncesinin Almanya’sının fısıldadığı da kısmen budur. Amerika fırsatlar ülkesidir, kısa sürede başarmak, garajda kurulan şirketten dünya devi yaratmak, “sınıf arkadaşları haberleşsin” diye sanal dünyalar yaratmak fırsatlar ülkesi hayalini “neden olmasın” diye büyütür. Nasıl bir pandemi ve iki girişimci bir başka dünya şirketi yarattıysa, yeni ortamın çekiciliği, başarı öykülerinin varlığıyla süslenir.
Oysa kalınan yer de aynı seçenekleri sunar; bütün mesele çalışmak, çalıştığında sebat, engellendiğini hissetsen bile biraz inattır. Bu coğrafyada kalmanın en büyük ayrıcalığı gerçekten yaratıcı bir zeka ortamını sunmasıdır. İnsanlar işlerini günübirlik çözerler, günübirlik hayat ister istemez işbirliğini engeller, ama ortamın düşünce geliştirebilmek için sunduğu olanak da buna değer. Bir örnekle anlatalım, neredeyse on beş yıldır uzak kalınan bilimsel kongrelere, konuşmasına gelemeyen birinin adına katılmak zorunda kaldık, gitmişken bir merak oturumlara da katıldık. Bir günde beş saat oturumun bile düşünce biçimini bozmaya yettiğini kavradık, ortam düşünce biçimini çok fazla etkiler.
Sorun mekanın değil dinleyenin eksikliğidir
Peki kalmayı seçen hiç mi bir yere gidemez? Elbette gider. Kalmanın getirisi bu coğrafyanın çeşitliliği, ama götürüsü de anlatsan bile kimsenin dinlemek istememesidir. Gitmeyi değerli kılan tek olasılık bunun test edilmesidir. Buradaki dinlemeyenlerin aksine acaba başka dünyaların insanları dinlemeyi ne kadar isteyeceklerdir?
Cevap “evet” ise gittiğine değer, ama “hayır” olursa bu kez de kaldığınızın kıymetini bir kez daha anlarsınız.