(Prof. Dr. Ahmet Aydın’ın anısına)
Benim beslenme ve sağlık arasındaki ilişkinin farkına varmam aslında son dört yıllık okumalarımla ilişkilidir. Dört yıl önce önüme konan ilk yazı yoğurdun artık ekşimediğini anlatmaktaydı. Bir gazeteci arkadaşımızın yoğurt konusundaki gözlemlerini aktardığı ve endüstriden “biz bunları çok hijyenik hazırlıyoruz ve özel bir maya kullanıyoruz” yanıtını aldığı yazı dizisi, benim de bakkaldan aldığım yoğurdun ekşiyip ekşimediğini araştırmamla sürdü. Gözlem kesinlikle doğruydu ve piyasanın bütün büyük markaları için geçerliydi. Oysa normal koşullarda bir gıdanın bozulma sürecinin değiştirilmesi mümkün değildi. Süt mayalanarak yoğurda dönüşür, o da zaman içerisinde ekşiyerek başka bir aşamaya geçerdi.
Beri yandan nedenini anlamaya çalıştığım bir gerçeklik durumu daha vardı, kanser de dahil olmak üzere pek çok hastalık ciddi anlamda artıyordu. Bir doktor, meslek yaşamı içerisinde enfeksiyonlar dışında, bir hastalığın değişimini bizatihi gözlemleyemez. Toplumda hastalıklar hep vardır ve aşağı yukarı benzer sıklıkta görünür, astım, kalp hastalığı ya da kanser gibi hastalıklarda on, on beş yıl içerisinde ciddi bir değişiklik meydana gelmişse, bunun herkesin maruz kaldığı bir nedene bağlı olduğunu düşünmek zorundasınız.
Süt hakkını savunmak
Prof. Dr. Ahmet Aydın’la tanışmam da bundan sonra oldu. Olağanüstü bilgisini, beyefendi tarzıyla pekiştirmiş gerçek bir hoca. Okuduklarından çıkarttıklarını Taş Devri Diyeti adı altında toplamıştı. Gerçek süte değil, ama sütün kutuya girmesine karşıydı. “Faydalı mikrop” sözünü ilk ondan öğrendim, biyolojik sistemin nasıl işlediğinin anlama arayışıma sınırsız bir destek sundu. Genel geçer kuralı daha iyi anlayabilirseniz, başarabileceklerinizin sınırı çok genişler, dar alanda kısa paslaşmalardan kurtulursunuz. Bütün yapmanız gereken yeni bakış açısının anlaşılmasını sağlamaktır. O zaman üretim hatalarınızı kavramakla kalmaz, kısıtlılıklarınızı anlar, ama beri yandan yeni hakim düşüncenin de merkezi haline gelirsiniz. Bu da daha sağlıklı bir toplumun ötesinde, sizi bilim ve idrak anlamında bulunduğunuz noktadan çok daha ötelere, yükseklere taşır.
Bizim coğrafyada yaşayan Batı bilimi tutkunlarının ortak sorunu, altına sığınacakları bir “hakim otorite” aramalarıdır. Sanmayın ki akılları çalışmaz, düşünceleri bağlanmıştır. Aslında kendilerine ait düşünce de geliştirebilirler. Lakin Batıdan esen rüzgarın kıyıyı dövdürten dalgaları tutar onları. Oysa doğru olduğuna inandığın düşünceyi bilmek yetmez, söyleyebilmek ve savunmak da gerekir. İşte Prof. Dr. Ahmet Aydın bunu yaptı. Savunduğu kavram aslında çok zarifti; “süt hakkı”.
“Siz iyiyseniz biz de iyiyiz”
Kitaplarına karşı bugüne kadar karşı bir görüş üretilmedi, bilgisine güvendiğim pek çok arkadaşım, okuduktan sonra evdeki uygulamalarını tamamen değiştirdiklerini, sütü sütçüden alarak, yoğurdu kendileri tutturmaya başladıklarını bildirdiler. Benimsetilmeye çalışılan üretim yöntemlerinin köken aldığı Batı bilimi, bu yollardan yüz yıl içerisinde geçmişti, o yüzden ortaya çıkan değişikliğin ne olduğunun ayırtına gitmeleri mümkün olamazdı. Oysa bizim coğrafyada doğrunun anlaşılması çok daha kolaydı, çünkü neyin nasıl olması gerektiğini hala çok iyi hatırlayan büyüklerimiz var.
Genel geçer doğru olarak kabul edilmiş bilginin değiştirilmesi zordur, yavaş olur, bilginin beraberinde cesaret de ister. Ben küçükken karanlıktan çok korkardım. Tarlabaşı’nın aşağılarındaki beş katlı yığma evde merdivenleri tek başıma tırmanırken annem yukarıdan bağırırdı: “Koorkmaa, koorkmaa…”. Artık karanlıktan korkmuyoruz, çünkü hiç kimseyi kırmamak ve geride bırakmamak yolunu seçtik. Dün nasılsak, bugün de öyleyiz, yani “siz iyiyseniz, biz de iyiyiz”.
Annemin sesi kulaklarımda hala çınlar. Mesele herkesin yararıysa ve doğru bildiğinizi söylemek gerekiyorsa; “Koorkmaa, koorkmaa…”