Sahip olduğu boş arazileri ya da arazisi büyük tesislerini özelleştirme ve gelir (rant) elde etme adına satan Devlet ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi, gözlerini şehir içindeki büyük hastanelere dikti. İstanbul Tıp Fakültesi ve Şişli Etfal Eğitim Hastanesi bunların önde gelenleri (daha doğrusu adı doğrudan telaffuz edilenleri). İstanbul Tıp Fakültesi’nin Çapa’dan kaldırılıp İkitelli’ye taşınmasının sonuçları ne olur diye merak eden yok. Zaman özelleştirme ve alışveriş merkezi açma devridir ya, sorunsuz araziler elden çıkarılır, bütçeye giren sıcak para ile sıkıntılar ertelenir.
Şimdi meseleyi birkaç açıdan tartışalım: Birincisi hastane gibi hızla ulaşması gereken ortamların, “trafik yoğunluğuna neden oluyor diye” topyekun şehrin dışına taşınmalarının hastaların işini çok güçleştireceği açık. İstanbul’un devlet ve üniversite hastaneleri çok büyük yük kaldırmakta, hastanede verilen hizmete erişmek zor olsa da, hiç olmazsa hastaneye ulaşmak kolay. İkincisi, söz konusu hastanelerin deprem gibi nedenlerden ötürü yeni binalara taşınmaları durumunda bile, sahip oldukları arazilerin poliklinik hizmetleri için kullanılması zorunlu. Benzer uygulama Batı ülkeleri için de geçerli, büyük hastaneler şehir dışında hizmet vermekte, ancak hasta drenajını sağlayan poliklinikleri merkezde tutulmakta. Üçüncüsü, söz konusu hastanelerin İstanbul içi dağılımı acil servislerin de dengeli dağılımı anlamına gelmekte. Taksim’de kalp krizi geçiren bir hasta elbette İlkyardım Hastanesi’ne başvuracak, peki Topkapı’da trafik kazası geçiren bir vatandaş İkitelli’ye mi gönderilecek? Parası olan şehir merkezindeki özel hastanelerden yararlanacak, parası olmayanlar şehir dışına mı sürülecek?
Bu yaklaşımın bir ötesi İTÜ ve Boğaziçi kampuslarının satılması, Yıldız Parkı’na plaza yapılması, Maçka Parkı’nın ihale edilmesi olacak. Kim ne derse desin, ben İstanbul’un arazilerinin İstanbul’a ait olduğuna inanıyorum. Şişli İETT Garajı’nın olması gereken Cevahir Alışveriş Merkezi değil, büyük ve bakımlı bir yeşil alandı. Levent İETT Garajı, hatta Karayolları arazisi de yeşil alan olarak kalmayı hak ediyorlardı. Bizim şehir dediğimiz yer kalabalığı bol binalar topluluğu değil, “toplu, ama insanca yaşamanın mümkün olduğu kültür ve ekonomi ortamıdır”. Plazalar sahipleri ikna edilip eski ve yorgun binaların yerine kurulmalıdır. Bugün New York’un Central Park’ına bakıp iç çekenler, İstanbul’da da çok sayıda park oluşturmanın aslında olanaksız olmadığını görecektir.
Ne var ki Devlet ve Büyükşehir Belediyesi’nin “satıp rant yaratma” yaklaşımı kısa süre içerisinde sona ermeyecek. “Satma yaklaşımı” simge haline gelmiş çok sayıda kuruluş için de söz konusu olacak. Pera Palas geçtiğimiz aylarda satıldı, Atatürk Kültür Merkezi olasılıkla seçim sonuçlarını bekliyor, Emek Sineması’nın da içinde bulunduğu Emek Pasajı kompleksinin gün saydığından söz ediliyor, kim bilir, belki de bağlantılar çoktan kuruldu, zaman geri sayılıyor. Büyükşehir Belediyesi İstanbul için yaptıklarını Taksim’de bir gurur tablosu şeklinde sunuyor olsa da, ben o tabloda zaten yapılmış olması gerekenlerden daha fazlasını göremiyorum. Ancak farkında olunmayan çok şey var, kavşak sayısı artsa da aşırı yükselmiş binalara erişim için yeterli yol bulunmakta, metro hattının büyütülmesi olması gerekenin çok gerisinde. Ha bir de kimsenin hatırlamak istemediği deprem meselesi var ki, akla ziyan.
İki gün önce basına yansıyan rakamlar kişi başı milli hasılanın 5477 dolar seviyesine çıktığını söylemekteydi. ”En zengin geriledi, yoksul nefes aldı” şeklinde bir açıklamaya giden Bakan Ali Babacan, nefes alan yoksulun kim olduğunu ne yazık ki açıklamadı. Ben kendi çevremde nefes alan bir yoksul göremediğim gibi, orta hallilerin de yoksulluk içerisine çekildiklerine üzülerek tanık oluyorum. Benim çevremdeki insanlar kriz zamanları da dahil olmak üzere, son on yılın en kötü dönemini yaşıyorlar. Duyduğum tek söz “eskiden enflasyon vardı, ama alım gücümüz yüksekti”. Makro göstergeler neyi gösteriyor, bir bilen bana da açıklasın
Lakin hazıra dağ dayanmaz ya, arazilerden elde edilen gelirler nasıl olsa yüzde yüz rant sunan ihalelerde kısa süre içinde tüketileceğinden, bence yeni satış kalemlerinin bulunması gerekiyor. Nerede boş alan kalmış diye şehri kuşbakışı tarayan gözler ister istemez mezarlıklara odaklanıyor. Bu şehri sadece ölmüşlerinin naaşlarının yaşanır halde tutuyor olması ne kadar ironik. Ben yattıkları mekanlarında çok fazla zamanları kaldığına inanmıyorum, olsa olsa diyanetten bir fetvadır gereken, “yaşayanlar sıkıntı çekerken ölmüşlerin düşünülmesi dine zinhar aykırıdır” diye.
Zincirlikuyu, Feriköy, bakın işte o zaman görün arazi fiyatlarını.