Görünen o ki Rönesans aslında toplumun etki gücü yüksek kısmı tarafından kabul edilen, ama toplumun da yaşam biçimine aksetmiş bir ruh halidir. “Ruh hali” sözünü boşuna kullanmıyorum, yeniden doğuşun gerçekleşmesi için toplumun davranış şeklini değiştirmesi tek başına yeterlidir. Örnek vererek açıklamaya çalışalım, birbirini dolandırmanın genel uygulama haline geldiği, dürüst olanın salak kabul edildiği bir toplum, dürüstlüğün erdemini yeniden kabul edip uygulamaya soktuğunda Rönesans zaten gerçekleşir. Bu örnek “sanata verilen önem, haklıya hakkının teslim edilmesi, mümkün olsa bile aşırı kazancı reddedilmesi vb.” gibi bütün durumlarda söz konusudur. Nasıl yozlaşma bulaşıcıysa, erdem de bulaşıcı olabilir. Ne var ki insanlar diğer yolu seçmek için doğuştan gelen bir eğilim içindedir (Cennet’ten kovulma da buna bağlıdır ya). Bütün din, ahlak, hatta tarikat öğretileri insana bundan vazgeçmesini önermekle kalmaz, yollar da sunarlar. Ne var ki uygulaması zor olan bir şeyin uygulanmaması ya da uygulanıyormuş gibi gösterilmesi için de bin bir seçenek vardır.
Oysa ruh hali bir kere olumluya dönmeye başlayınca durum değişir. Bu aynen doların fiyatı ya da borsa gibidir, ama onların aksine kalıcı olabilir. “Daha iyisini yapmak” düşüncesi otomotiv üretiminde de, lokanta işletmede de, öğretmenlik mesleğinde de karşılık bulur. Doktor isteyebileceği halde “bu kadarı benim için kafidir” diyebilir. Bunlar birleştiğinde en azından daha keyifle yaşanabilir bir dünya ortaya çıkacağı açıktır. İnsanlar artık pahalı hediyelerden değil, iyi bir kaçamak çay gibi küçük farklılıklardan büyük keyifler almaya başlarlar. Aslında işin esası da budur, karın doyurmak için bir tas çorba, ulaşmak için metro, ortam yaratmak için bir mum yakmak da yeter. Nadir gerçekleşen yurtdışı seyahatlerin en özendiğim kısmı da budur, insanlar bizden zengin değil, ama neşeli ve mutludur. Bilgili değil, ama kültürlüdür; onlar cebi değil, gönlü doldurmanın en fazla mutluluk veren şey olduğunu hala unutmamışlardır.
Toplumu değerlendirmek için pek çok yöntem vardır, sosyoekonomik ölçüm genellikle yanıltıcıdır, para hep daha fazlasını satın alabileceğinden, insanlar da yoksul olduklarına inanırlar. Oysa bir düğün kırda da, beş yıldızlı otelde de yapılabilir, neşe ve mutluluk pastanın boyuyla ölçülmez. Ne yazık ki neşe ve mutluluğun ölçümü, çizimi, resmi zordur; hatta genellikle vardır ya da yoktur, lakin her halükarda bizim hırslarımızla belirlenir. Bireylerini bu hırsa kaptırmış toplumlar neşelerini ve mutluluklarını yitirecektir, ama iş bununla kalkmaz. Bu toplumlar bir şarkıyı hep birlikte söylemek yetisini de yitirirler. Herkesin bildiği bir şarkı, kulaklıklardan binlerce defa dinlenmiş, sözleri gayet güzel bellenmiş, ama bir ağızdan söylenemiyorsa “koral beceri” (koro biçiminde söyleme yetisi) kırılmış demektir. İşte bunun toplanması çok zordur, toplum sözlerini çok iyi bilse bile, şarkıyı ortak icra edememektedir. Bilimde Rönesans olsa bile, şarkıyı bir ağızdan söyleyemeyen toplumlarda hayatta kalabilmesi mümkün değildir.
Pek çok okula konuşmaya gidiyorum, ben anlatıyorum, onlar ilgiyle dinliyorlar. Ama konuşmanın sonunda hep birlikte bir şarkı söylemelerini istediğimde, hatta sadece nakaratı, ortak şarkı bulmakta genellikle zorlanıyorlar. Düşününüz ki herkesin kulağında “youtube” var, gençler pırıl pırıl, ama birlikte söylemek becerileri yok. Ben de kopyalar veriyorum, perdeye yansıtılan sözler ve nakaratlar, jenerasyon farkının müsaade ettiği kadar, derken biri çıkıp söyletiyor ve birlikte söyleyebilmenin coşkusunu belki de ilk kez algılıyorlar.
İşte bu benim gençlere olan inancımdır, 2017’de, daha fazla ve hep bir ağızdan şarkı söylemeleri elimden geleni yapacağım, Rönesans işte o seslerindeki tutkuyla sanata doğacak.