Bileniniz bilir, bu satırların yazarının kişisel bilimsel uğraşı alanımız aslında onkoloji, yani kanserdir. Aman evlerden uzak olsun, insanların çoğunun ortak endişesi bir gün kansere yakalanmaktır. Hastalık gerçekten artıyor mu artmıyor mu bilinmez, ancak çevre kirliliğinden, yediklerimize içtiklerimize dek, ortama şöyle bir bakarsanız, bu tedirginliğin asla haksız olmadığını da görürsünüz. Ancak kişisel kanımıza göre, kitaplara henüz geçmese de, toplumda görülme sıklığı çok daha artan bir kanser türü var ki, biz buna “ruh kanseri” diyoruz. Ruh kanseri de aynen fiziksel kanserler gibi sinsi bir şekilde gelişir. Ancak ruh kanserine yol açan nedenler fiziksel kanserin etkenlerinden çok daha farklıdır. Örneğin bütün kanser vakalarından istisnasız sorumlu olabilen sigara, ruh kanseri için bir risk faktörü değildir, hatta bazı durumlarda koruyucu etkilerinin olduğu bile söylenebilir. Aynı şekilde alkol de ruh kanseri gelişiminde ciddi bir rol oynamaz, kendini bilerek alınması ve az tüketilmesi durumunda koruyucu etkileri görülebilir.
Ruh kanserine neden olduğu bilinen temel çevre faktörleri kimyasal kirlilikten ziyade, insana ilişkin kirlilikten kaynaklanmaktadır. Sokakta üstünüze üstünüze gelen yürümek kültüründen yoksun güruh, özellikle akşam saatlerinde arabalarını trafik cambazlığı niyetiyle kullanırken, aslında tıkanık yol koşullarında gidilemeyeceğini idrak edememiş sürücüler ruh kanserine neden olabilen önemli unsurların başında gelir. Aynı şekilde, yaptığınız iyiliği bile anlamaktan aciz olanlar, yerli yersiz yıpratıcı dedikodu yapmayı yaşamın doğal unsuru sayanlar, arkadan sinsice iş becerebileceğini düşünen akıl fukaraları da ruh kanseri nedenleri arasındadır. Kendi bildiği yaşam modelinden başkasının olamayacağını düşünen tahammülsüz ve hoşgörüsüz kesim de ruh kanserine yol açar. Bu etyolojik (nedensel) listeyi istediğiniz kadar uzatabilirsiniz.
Tetkiklerin normal çıkması endişeyi körükler
Hastalığın mekanizması işte yukarıda saydığımız nedenlerle harekete geçirilir. Aslında yaşaması gereken dünyanın dışına düşmüş olduğunu düşünmeye başlayan ruh kanseri madurları, bir süre sonra bu davranış biçimini benimsemeye başlarlar. Hastaların bir kısmında ise hayata yönelik inanılmaz saplantılı bir tarz ortaya çıkar. Yenilen yiyeceklerin “sağlıklı” olup olmadığından kuşku duyanlar bir süre sonra artık yiyecek bir şey kalmadığını düşünmeye başlarlar. Kalabalık iş ve alışveriş merkezlerine karşı “virüs alabileceği” olasılığı nedeniyle tepki doğar. Sigaranın zararlı olduğu düşüncesi, açık havada tütün içenlerin bile kaçınılması gereken zararlı etkenler olarak algılanmasına yol açar. Bu algılayış tarzı yaşamı kuşkusuz sürdürülebilir olmaktan çıkarır. Ruh kanseri madurlarının bir kısmı şehri terk etmeleri gerektiğini düşünür. Bir kısmında ise “hastalık saplantısı” ortaya çıkar.
Ruh kanseri her ne kadar fiziksel bir hastalık değilse de, fiziksel belirtilere yol açabilir. Ancak bu sınıf hastalar doktora başvurmak yerine tetkiklerini kendileri yaptırma yolunu seçer. Önce basit bir akciğer grafisi ve kan tahliliyle başlayan tetkikler zinciri, sırasıyla ultrason, tomografi, MR ve hatta PET gibi karmaşık incelemelere yönelir. Ne var ki “normal” çıkan her bir tetkik, ruh kanseri hastalarını teskin etmek yerine daha da endişelendirir. “Bir şey çıkmadığına göre sorunun daha da ciddi olduğunu” düşünmeye başlarlar. Bu aşamadan sonra doktor doktor gezme dönemi gelir. Nasıl beslenilmesi gerektiği, nelerin zararlı olduğu gibi sorular her bir doktora ayrı ayrı yöneltilip aynı cevaplar alınır, ama tatmin olunmaz. Besbelli ki bu doktorların bildikleri, ama sakladıkları başka yöntem ve yaklaşımlar bulunmaktadır.
Yegane tedavi yaklaşımı etkenin ortadan kaldırılmasıdır
İşte bu nedenlerden ötürü, ruh kanseri tedavi edilemeyen tek kanser türüdür, ama daha beteri hastayı öldürmez. Hasta bütün yaşamı boyunca ruh kanserini çeker, yaşadığı ortamdaki yakın çevresine de bulaştırabilir. Ruhun kanserleşme süreci zaten başka ruh kanseri hastalarına bağlı olarak ortaya çıktığından, ruh kanserinin bulaşıcı olduğu bile iddia edilebilir. Hastalığın tek tedavi yöntemi (o da bir yere kadar etkilidir), etkenlerin iyi değerlendirilmesi ve ortadan kaldırılmasıdır. Bu etkenler arasında en kolay müdahale edilebilecekler, anlayışsız eşler, enerji emen iş arkadaşları, balçığa saplanmış ilişkilerdir. Hayatı yaşamayı zorlaştıran her türlü düşünce ve saplantıdan uzaklaşılmaya çalışılmalıdır. Aşırı sağlıklı olma çabaları, zararlı etkenlerden korunma saplantıları gevşetilmek zorundadır. Hasta ancak hayatın yaşamaya değer güzel bir deneyim olduğunu “idrak edebildiği” zaman, iyileşme süreci başlamış demektir.