Çok değil bir ay sonra Türkiye’nin bundan sonraki yönetim sürecini belirlemeye çalışacağız. Bu seçimler, benim bildiğim bütün seçim dönemlerinden farklı bir konuma oturdu. Bu farklı konumun bir nedeni AKP Hükümeti’nin çizmiş olduğu, beri yanda da CHP’nin de ortak olmasa bile paydaş olduğu yasama süreci, ama daha önemlisi Türkiye tarihine Cumhuriyet Mitingleri olarak geçen toplumun büyük bir bölümünün değerlerine sahip çıkma refleksi. Bunların yanında ordunun verdiği muhtıra bile belirleyici, ama ikincil derecede önem taşıyor. Olan biteni demokrasiye darbe olarak tanımlayan, sayıca az olmakla birlikte kendilerini solcu ya da sosyal demokrat olarak tanımlayan, bu seçimde de oylarını büyük olasılıkla bağımsızlardan yana kullanacak küçük bir kesim daha bulunmakta. Ne var ki genel tablo yukarıda sıraladıklarımın birkaçını görerek tanımlanamayacak kadar karışık. Dolayısıyla 22 Temmuz seçimlerinin vatandaşlar için birinci sorumluluğu “oy vermeleri”, nerede bulunurlarsa bulunsunlar oy kullanmak için geri dönmeleri.
Lakin kime oy verileceği sorusu benim gibi ortalama insanlar için yanıtlanamayan paradoks olması özelliğini sürdürüyor. “Tek başına iktidar” olarak bu ülkeyi yıllar boyunca yöneten AKP Hükümeti, benim beklediğim temel hedeflerini gerçekleştiremedi, daha doğrusu gerçekleştirmedi. Başta “dokunulmazlıkların kaldırılması” konusunda ne bir girişimi oldu, ne de konuyu gündeme getirdi. Bir önceki seçim dönemindeki “dokunulmazlıkların kaldırılacağı” vaatlerini tek başına siyasi erk olmalarına ve CHP’nin de desteğini koşulsuz arkalarında bulacaklarına rağmen gerçekleştirmemiş olmaları, samimiyetlerinin en büyük kusurudur. TBMM “ayrıcalıklı insanlar” konumuna düştüğünde, bunun tartışılacak hiçbir yanı kalmıyor. AKP’nin ikinci temel yanlışı da, tek başına iktidarlarını, diğer dönemlerden geri kalmayan bir biçimde kendi çevrelerine ekonomik kazanç olarak kullanmalarıdır. Ben bugüne dek siyasetten ekonomik çıkar hedefi gütmeyen çok az insan gördüm. Beğenelim ya da beğenmeyelim, apar topar astığımız Adnan Menderes hakkında bile herkes her şeyi söyledi, ama çaldı diyemedi. Doğru dürüst bir çizgi sürdüren politikacıların nesli giderek tükenmekte. Benim AKP Hükümeti’nden en büyük umudum da, temiz kalmayı başarmalarıydı. Ancak “Kemal Ağabey’in yumurtaları”yla başlayan, inşaat sektörüyle doruğa ulaşan kazanç süreci için herkesin ortak yargısı AKP’nin kendi burjuvasını yaratmayı başarmış olduğudur. Başbakan Erdoğan’ın seçimin hemen ertesinde “kimsesizin kimi olacakları, herkesi kucaklayacakları” söylemi de en büyük düş kırıklığım olarak kursağıma takıldı.
Gelelim Meclis’in ortağı CHP’nin durumuna. Baykal’ın CHP’si, kendi “denetimli” ve bu nedenle kısıtlı kadrolarının içine hapis olup kaldığından beridir, bu ülke için politika üretmek becerisini yitirdi. Seçime bir ay kala bize söylenenleri dikkate aldığınızda, değil iyi hesaplanmış, akıl yürütülmüş bir programlarının bile bulunmadığını görüyorum. CHP, Cem Uzan’ın vaatlerinden medet umar hale düştüyse, seçimi kazansa bile beklentilerimizin çok gerisinde kalacaktır. CHP’nin alacağı oylar, kendi çabalarının sonucu değil, DSP ile birleşmeyi becerebilmiş olmalarının ve bir de Cumhuriyet Mitingleri’nin getirisidir. Bilmem katılır mısınız? DYP ile birleşmeyi başaramayan ANAP, Erkan Mumcu’nun ellerinde eriyip gitti, beraberinde DYP’yi de etkiledi. MHP sağ partilerin oy havuzunun olasılıkla en büyük kısmını alarak, Meclis’e girecek üçüncü parti olma yolunda. Diğer partiler ise kendi kemik seçmenlerinin oylarını alsalar da Meclis’te temsil edilemeyecekler.
Sevgili okurlarım, gelelim eksik olana. Yukarıda tanımlamaya çalıştığım bu tabloda biz eksiğiz, ya da kendi adıma konuşayım, ben bulunmuyorum. Yarattığı ranttan kopmak istemeyen, beri yanda demokrasi adına ülkenin temel değerlerini açıkça zorlayan bir AKP; lider baskısı altında çoksesliliğin üretkenliğini yitirmiş, ayağı yere basan gerçek bir program geliştirememiş CHP benim beklentilerimi karşılamıyor. Diğer partilerin sahiplendiği düşüncelerin Meclis’te temsil edilebilmesi ise neredeyse şansa dayalı. AKP ve CHP, siyaseti kendi sığ sularında tutabilmek için seçim barajının aşağı çekilmesi konusunda üzerlerine düşeni gündeme bile getirmediler. Dolayısıyla bizim attığımız oyların önemli bir bölümü Meclis aritmetiğine yine yansımayacak, çok ciddi bir bölümü de bu kaygı nedeniyle hedefinden başka yöne kayacak. İşte bu nedenle büyük bir bölümümüz bu tablodaki eksik renk olarak yaşamımızı sürdürmeye devam edeceğiz.
Peki ne yapalım? Partiler bizim çizgimize gelemiyorsa, biz taşın altına elimizi koymak ve bu çizgide yeni bir birlik oluşturmak, toplumu buna zorlamak durumundayız. Dört-beş yılda bir oy kullanarak vatandaş sorumluluğumuzu yerine getirdiğimizi sanmak da “gaflet ve dalalettir”, yanlış mı düşünüyorum?