Geçtiğimiz hafta Washington’da düzenlenen 32. Türk Amerikan İlişkileri Yıllık Toplantısı, aslında ağırlıklı olarak tarım alanındaki işbirliklerine odaklanmıştı. Artık bilinmez daha önceden mi hissedilmişti, istenen düzeyde bir katılım gerçekleşmedi. Hep derim, ABD düzen sahibi bir ülkedir, karşılıklı tarımsal ticarete ilişkin veriler de yine onlardan geldi. Geçtiğimiz yıl genelinde ABD’den yaklaşık 2 milyar dolar mal almışız, aynı dönemde sattığımız ürünlerin tutarı ise 565 milyon dolar. Bu rakam bir önceki yıla göre yüzde 14 artmış, artış daha çok tütüne bağlı olarak gerçekleşmiş. Ocak-Mart 2013 arası değerlendirildiğinde, ABD’nin Türkiye’ye yaptığı satış buğday, pamuk ve soya küspesi nedeniyle bir önceki yıla göre yüzde 54 artmış, Türkiye halen ABD’den en fazla pamuk alan ikinci ülke konumunda ABD’den gelen bütün kanatlı ithalatı ise Azerbaycan ve Irak’a satılmakta (bunu anlamadım, sanırım pratik bir ithalattan çok, Türkiye’deki şirketlerin Amerikan kökenli olmasından kaynaklanan bir hesaplama). Bugüne dek soya ve pamuk dışındaki GDO içeren ithalatın yasak olması ABD’nin yakındığı mevzuların başında, bu konuda “şeffaf olmayan sağlık ölçütleri ve belgeleriyle” itham edilmekteyiz. Devletin hububat ve şeker piyasalarında “parazit” yaratması da dile getirilen şikayetler arasında, hala fazla tutucu görünmekteyiz.
“TTIP” bizi açmaza sokacak
ABD Tarım Bakanlığı Türkiye ilişkileri bölümü tarafından aktarılan bilgiler aslında karşılıklı hakkaniyetli bir tarım alışverişi yapılmadığını gösteriyor. Bunun bir nedeni karşılıklı ticaretin aynı mertebede gerçekleşmemesi. Fakat ticari açıdan esas sorunu yaratacak olan durum ABD ve AB arasında gerçekleştirilecek olan Atlantik Ötesi Ticaret ve Yatırım Ortaklığı Anlaşması (Transatlantik Trade and Investment Partnership, TTIP) Türkiye’nin bölgedeki konumunu açmaza sokuyor. Nişasta ve Glikoz Üreticileri Derneği Başkanı Rint Akyüz “Yapılan ekonometrik hesaplamalara göre anlaşmanın dışında kaldığımız ya da ABD ile karşılıklı bir serbest ticaret anlaşması imzalamadığımız takdirde yıllık 20 milyar dolara yakın bir zarara uğrayacağımız konuşuluyor, dolayısıyla bu anlaşmanın dünya ve Türkiye ekonomisi üzerine etkileri çok önemli.” diyor. Akyüz’e göre bu açmazdan çıkılmasının üç yolu var; hızlıca AB’ye girerek söz konusu anlaşmanın etkilerinden kurtulmak ya da ABD ile paralel olarak serbest ticaret anlaşmasını eşzamanlı olarak gerçekleştirmek. Tüm bunlar olamadığı takdirde son alternatif ise AB ile olan Gümrük Birliği Anlaşması’nı, Serbest Ticaret Anlaşması’na çevirmek. Yani, “serbest ticaretin anahtarı tarım.”
Devlet-şirket işbirlikleri
Çağımızda ticaret, ihtiyaç sahipleri ve üretici birlikleri tarafından değil, devlet-şirket işbirlikleriyle, “talep yarat-arz et” şeklinde belirlenmekte. Ortadoğu ve Kuzey Afrika’yı yeniden şekillendirme çabalarının başında siyaset var gibi görünse de, masanın altından dolanan ipleri çekerseniz artık ‘trust’ haline gelmiş şirketlerin kollarını oynatıyor. Çünkü kendi ülkelerindeki kaynaklar azalıyor ve piyasalar da bir süre sonra doyuyor. İşte o zaman gözler doğal kaynak sahibi uzak coğrafyaları arıyor, sorun “nasıl girileceğinde”. Böyle bir müdahalenin olası birkaç yöntemi var. Baktın vermiyor, ama bir türlü de kendiliğinden gitmiyor, o zaman içeriden bir karışıklık örgütlemek gerekiyor. Muhalifleri bulup besliyorsun, geleceğe yönelik umut veriyorsun, oldu mu sana nur topu gibi bir “demokrasi açmazı”. Nasıl olsa medya da elinde, dünya ne gösterirsen onu anlıyor. Önce “dünya bilmem ne örgütünü” salıyorsun (mesela kuş gribi operasyonu), sonra da yine kendi elinle kurduğun “uluslararası bilmem ne birliğini” topluyorsun ve “ortak” (ortaklık, yani ‘partnership’ anlamında) müdahalede bulunuyorsun (Libya örneği). Üçüncü şık bize daha fazla aşina, doğrudan darbe yaptırıyorsun. Velhasıl örnek çok, Saddam’ı, Kaddafi’yi analiz edin; İspanya, Yunanistan ve Güney Kıbrıs ekonomilerini izleyin, aynı sonucu bulursunuz.
Belki de bundan, “yanlış hesap Bağdat’tan döner” dediler, ilk önce Irak’a girdiler. Lakin aşırı rahat davrandılar, arızanın hep “geçiş bölgelerinden” kaynaklandığını atladılar. Her şey güllük gülistanlık giderken, çıktılar “çapulcular kendiliğinden”, Taksim’i işgal ettiler. Siz bakmayın yapılan açıklamalara, Batı dahil herkesin kafası tümden karışık. Gezi’nin işgalini yaslayabilecekleri hiçbir olağan şüpheli olmaması değil mesele, hayatlarında ilk kez bir “siyah kuğu” doğumu görüyorlar.