İnsanlar bütün modern olanaklara rağmen eskisi kadar duygulu olamamaları aslında şaşırtıcı görünmemektedir. Duygu insanın iç muhasebesi sonucunda ortaya çıkar, aslında vardır, ama etkinleştirilmediği sürece varlığından haberiniz bile olmaz. Müzik bunun etkinleştirilmesinde çok güçlü bir rol oynar, aynı şey elbette sözle de gerçekleşebilir. Ne var ki sözün anlam ifade edebilmesi, söylendiği kişinin bunu algılayabilmesine bağlıdır. Gelişen yaşam standartları duygularla tahterevalli oynaması bu nedenle şaşırtıcı değildir, aslında standart arttıkça duygu aşağı çekilmemekte, ama seçenekler hazır sunulmaya başlandığında kişinin bunu ifade becerisi körelmektedir.
Teknolojinin getirdiği ciddi sorunlardan biri dilin ve sözün kullanılmasını aşırı basite indirgemeye olanak sağlaması gibi görünmektedir. İnsanlar zaten birbirleriyle artık pek konuşmamakta, iletişim ekran üzerinde gerçekleşmektedir. Ekran kullanım açısından çok pratik değildir, ama konuşmanın geri plana itilmesi kelime haznesini ve uygulama çeşitliliğini de ciddi ölçüde azaltır (kelimeler aslında bilinmekte, ama hatırlanamamaktadır). Bunu daha çok bir yabancı dili bilenlerin “kullanmama körelmesinde” gözlemleriz, dil unutulmaya başlandığında anlama hala olası, ama yanıt imkansız hale gelir. Ekranın yarattığı durum da bundan farklı görünmemektedir, bir süre sonra yazım da kendine özgü bir kısaltma sistemine girer, “tmm, mrb” gibi kısaltmalara dönüşür.
İfade zaafından doğan “emoticon” çeşitliliği
Ne var ki kelime haznesi iyice daraldığında ekranın yazılımı bu kez başka bir seçenek sunar, özellikle görüş ya da duygu beyan edilmesi gereken durumları sembollere dönüştürür. Günümüzün ekran sistemleri çok sayıda sembole izin verir, bu basit bir gülümseme işaretinden farklıdır. Ne var ki “facebook” gibi sosyal paylaşım siteleri işlemi daha da basitleştirir, “beğenmek ya da beğenmemek” şeklinde dönüştürür, hatta beğenmek dışında başka seçenek yoktur. Bu dilin kullanımı açısından durumu daha da ağırlaştırır, yazmak istemeyenler zaten uzun yazıları okuyamayacak kadar körelir. Beyin haznesi zayıfladığından bu kez daha hızlı, ama daha az karakter sayısından oluşan yazılımlar kullanılmaya başlanır.
Göründüğü kadarıyla teknolojinin sağladığı iletişim olanakları seçenekleri artırdıkça cümle okuma ve kurma becerisi özellikle genç kesimde iyice zayıflar. Buna okuma-yazma tembelliği değil de “tahammülsüzlüğü” demek daha doğru olacaktır. Günlük sözlü iletişim 500 kelimelik bir hazneyle rahatlıkla sürdürülebilir, duygu gibi daha karmaşık ifadelerde ise (artık zaten birbiriyle konuşmayan kesim için) uygun olduğu düşünülen grafik yüzler hazır olarak sunulur. Böylelikle beyni kullanmanın en önemli getirisi olan dil, işaret diline dönüşmeye başlar. Bu durumdan muhtemelen herkes memnundur, sadece gülümseyen ya da gözünde bir damla yaş bulunan “smiley” formları değil, göz kırpan, dil çıkaran hareketli biçimler de artık mevcuttur (emoticon).
Konuların tartışılamadan “evet /hayır” biçimine indirgenmesi
Teknolojinin neden olduğu sözlü ifade zaafının kaybının nereye kadar devam edeceği pek öngörülememektedir. Ancak Özdemir Erdoğan’a söylenmiş olan “modern yaşam kalıcı olanı değil, ritmik, tekrarlayıcı, ama özellikle de tüketilebilir olanı istemektedir” mantığı, müzikte de karşılık bulur. Yeni müzik, teması olmayan, akılda kolay kalan sözlerle bezenmiş ritim tekrarlarından oluşur ve sezonluk ürünler olarak piyasaya çıkar.
Bunların elbette uygarlıkla bir alakası yoktur, olanaklar teknolojiyi doğurmuş, teknoloji de insanın iletişim becerilerini simgelere indirgemiştir.
Bu yaklaşımın varabileceği en uç nokta kaçınılmaz olarak “evet / hayır” basitleştirmesi olacaktır.