Medyanın yaşamımızı belirleyen önemli unsurlardan biri olduğunu ileri sürsek sanırım çok fazla çelişkili bir iddia olmayacaktır. Ülkemizde çok değil, bundan yaklaşık otuz yıl önce televizyonun etkinlik alanı genişlemeye başlar. Bu genişleme kuşkusuz kanal sayısının artmasıyla ilişkilidir. Benim çok fazla kanallı yayın konusundaki ilk kişisel deneyimim 1994’te kısa bir ABD gezisine dayanır, yüzlerce kanalın olduğunu görmek, bunların bir kısmının ücretli sinema kanalı olduğunu anlamak çok şaşırtıcı olmuştur. Evde oturup zaman geçiren biri için bu olağanüstü çeşitlilik mutluluk verici görünür. Uzaktan kumanda kavramının bile o yıllar için yeni sayılacağını düşünürseniz, şaşırmamak elde değildir.
Derken çok kısa süre içerisinde durum ülkemizde de tezahür eder; önce 1989’da ilk özel kanalın (Star) kurulmasıyla başlayan çeşitlenme, günümüzde sınırsız sayıda kanalın seyirci kitlesine ulaşmasıyla sonuçlanır. Bunların bir kısmı özelleşmiş kanallardır; sinema, belgesel, gezi, yemek kültürü, müzik, yerel ölçek vb. çok fazla çeşitlilik sunar. Nitekim yaklaşık yirmi beş yıl önce benim de sınırsız seyredebileceğimi düşündüğüm kanal gezi ve yemek kültürünü harmanlayan Alice olmuştur. Akdeniz kıyılarında seyahat, restoranlar, değişik mutfaklar üzerine programların bulunduğu bu kanal keyifle kültür edinmenin en iyi seçeneklerinden biriydi, ama kısa süre içinde yayından çıkarıldı.
Seyretmenin artısı ve eksisi
Yaşamı akşamları televizyon seyretmek çerçevesinde şekillenen her türlü eğitim seviyesinden insan, televizyonun yaşamdan götürdükleri konusunda aslında pek fikir sahibi olmaz. Bunun en kısa süreli deneyimi elektriklerin kesilmesidir. Tam beklediğiniz dizi başlayacakken ortaya çıkan kesinti katlanılamaz bir kayıp olarak kabul edilir. Ancak esas fark televizyonun tamamen ortadan kaldırılmasıyla anlaşılabilir. Özellikle akşamları artık ortak bir seyirlik durum kalmadığından yalnız yaşayanlar için okumak, aile ortamları içinse konuşmak, yani sohbetin getirisi ortaya çıkar. Çok sayıda kanal ister istemez ekranı aktarırken iletişimi sınırlandırır. İş günümüz vardığında ise durum daha karmaşıktır, zira televizyonun lüks olmaktan çıkması birden fazla ekranın alınmasını kolaylaştırdığı gibi, bilgisayarlar, hatta cep telefonlarının da ekrana dönüşmesi bu kopmanın nihai biçimidir. Artık herkesin kendine ait bir kanalı vardır, isteyen istediği diziyi Youtube üzerinden de seyredebilir.
“Aslında izlemeye değer bir şey yok” mazereti…
Peki o halde insanlar neden televizyon seyreder? Zira toplum ortalamasında yine de televizyon salonun başköşesini işgal etmeyi sürdürür. Kime sorsanız televizyonun iyi bir alışkanlık olmadığını ifade eder, “aslında izleyecek bir şey yoktur”, ama televizyonun her şeye rağmen özellikle akşamların vazgeçilmez eğlencesi konumunu korur. Tamam, iyi bir filmin sinemaya gitmek gereksinimi olmadan birlikte seyredilebilmesi bir avantaj olabilir, ama ortalama kanallar zaten iyi filmleri nadiren oynatır. Gösterim ya olmadık saatlerde yapılır, ortalama filmler ise genellikle boşluk doldurmak amacıyla yayınlanır. Diziler sezonlar halinde yayınlanan pahalı prodüksiyonlar olsalar da iyi filmlerden çok daha fazla kabul görürler. Çok kanallı sistemde kumanda zorunludur, ama evin hakim otoritesinin kim olduğunu da belirler. Ortak ilgi alanı yaratacak yapım ya çok azdır ya da yayınlanmasından kısa süre sonra diğer kanallar tarafından da benimsenerek seyirci kitlesi yine bölünür.
Bu kısa girişin ardından kendi çapımızda televizyonu irdelemeye çalışacağız. Biz neden televizyon seyrederiz, kanalların sayısı neden arttı, bu artış neyi getirdi, neleri götürdü, zaman zaman dile getirilen medya maymunluğu nedir, bunlara cevap arayacağız.