Geçen haftaki yazının görselini Kaçak dizisinden seçmemiz nedensiz değildi. Kaçak Türkiye’de uzun süre ilgiyle izlenen yabancı dizilerden biri olarak hayatımıza girdi. Küçük Ev, Uzay Yolu, Görevimiz Tehlike ya da Komiser Kolombo gibi diğer yabancı dizilere benzer olarak her bölümünde ayrı bir konuyu işlese de, Kaçak kaçmayı sürdürdü. Günümüz dizilerinin, özellikle yerli yapımlarının aksine, gerçek bir final ile sonuçlandığı gece sokakların boş olması rastlantı değildi. İlgiyle izlenen dizi, hele hele elinizde tek bir televizyon kanalı varsa doğal olarak ertesi günün gündemini de oluşturuyordu. Yani TRT’nin tek kanalı aslında aynı dili konuşuyor olmanın da bir yöntemiydi.
Türkiye’nin televizyonla nispeten geç tanışmış olmasını bugün geri kalmışlıkla değerlendirmek pek olası görünmüyor, zira aynı durum radyoda yaşanmadı. Olası bir açıklama 1980 sonrası yapılan anlaşmalar, bunların alt maddeleri, diğer açıklama da konvertibilitenin gelmiş olmasıdır (1983). Önceki dönemde belli miktardan fazla döviz bulundurmanın suç sayılmasının aksine, TL doğrudan dövize çevrilebilir hale geldiğinde pazar ekonomisinde de köklü bir değişiklik ortaya çıktı. Bugün kur olarak adlandırdığımız kavramın serbest bırakılması aslında Türkiye’nin AB ya da her ne nedenle olursa olsun dünyaya endeksli hale gelmesine yol açtı. Bu Ortak Pazar’a üyelik, yani ithalat-ihracat serbestisi anlamına geliyordu. Televizyonun yayınının bir mal olarak varsayılması çok da yanlış değildir, sonuçta yabancı ortaklı kanallar da ortaya çıkmaya başladı.
Temel kavramların ortaya çıkışı
Daha çok kanal, daha çeşitli yayın gibi görünse de, pratik uygulamada sonuç farklıdır. Artık 24 saat yayın yapan televizyon kanalları vardır, saatlerin doldurulması gereklidir. Sonuçta nispeten cılız olan iç yapım olanaklarının mevcut açığı kapaması mümkün olmadı. Dolayısıyla bugün pembe ya da beyaz olarak adlandırılan ithal ucuz diziler dönemi açıldı. Bu dizilerin büyük bölümü benzer sosyolojik yapıya sahip ülkelerde, özellikle Güney Amerika’da rüştünü ispatlamış kül kedisi masallarıydı, karşılığını fazlasıyla buldu. Uzun soluklu senaryo oluşturmada başarılı olanlar, yıllarca gösterimde kalırken, piyasa şatlarının zorlaşmasıyla birlikte bir kısmı sahneden çekilmek zorunda kaldılar. Çok hızlı genişleyen özel televizyonlar el değiştirmeye, iç piyasa da transferlere kapı araladı. Çünkü serbest piyasanın dinamikleri farklıydı, çok kanal olsa bile mesele ne adar izlendiğinde düğümlenmekteydi, dolayısıyla “primetime, rating, share” gibi kavramlar ortaya çıktı.
Reklamlar döneminin açılması
Liberal rüzgarlar denen bu durum kuşkusuz sadece Türkiye için geçerli değildir. Yayın politikaları Kıta Avrupası’nda üç aşağı beş yukarı benzer hareket etti. Rafaella Carla Show ile uzun süre idare eden izleyici, artık seçenekler karşısında şaşkındı. Kanalların hayatta kalmaları ise reklam alabilmelerine bağlı hale gelmişti. Konvertibilite malların tümünde yabancı ağırlıklı bir artışla sonuçlanırken, ana dinamiği ister istemez reklamlar kontrol eder oldu. Daha çok ve daha iyi reklam yapabilen piyasa hakimiyetini ele geçirdi. Kanallar yayınlarını önce reklamlara endeksledi, ama sonrasında ürün yerleştirme de dahil bütün yolların mubah olduğu günümüz dönemi başladı. Türkiye başlangıçta en çok dublajda büyük başarı yakaladı, reklamların çoğu zaten tabancı versiyonların yerelleştirilmiş halini korudu. Ama zaman içinde reklamcılık gelişince kültürel iç içe geçme de başarıyla tamamlandı. Böylelikle konvertibiliteyle endekslenen pazar rahatlıkla hakim oldu.