Türkiye Gıda ve İçecek Sanayii Dernekleri Federasyonu (TGDF) ilk defa, herkesin “küresel ısınma” olarak diline doladığı sorunun etkilerinin ne olacağı konusunda ciddi bir araştırma yaptırdı. İstanbul Teknik Üniversitesi Meteoroloji Mühendisliği Bölümü’nden Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu, Prof. Dr. Yurdanur Ünal, Met. Müh. Aslı İlhan ve Yük. Met. Müh. Cemre Yürük tarafından gerçekleştirilen “Türkiye’de İklim Değişikliği ve Tarımda Sürdürülebilirlik” başlıklı projeksiyon, iklim değişikliğinin bir an önce önlem alınması gereken bir sorun boyutuna ulaştığını gösterdi. Kısa başlıklarla aktaralım:
- İki farklı meteoroloji senaryosu 2100’e dek ortalama sıcaklıkların 2 ila 6 derece artacağını göstermekte. Güneydoğu ve Akdeniz Bölgeleri diğer bölgelere göre 1-2 derece daha fazla ısınacak, fark yaz aylarında 4-7 dereceyi bulacak.
- Sadece 25 yıl sonra sıcak hava dalgalarında ve şiddetinde kuzeye doğru bir kayma gerçekleşecek, buna bağlı olarak yağış miktarı ortalamasında da ciddi düşüşler yaşanacak. Özellikle Ege, Akdeniz, Doğu ve Güneydoğu Anadolu yağış eksikliği yaşar hale gelirken, Karadeniz Bölgesi yağış fazlalığına maruz kalacak.
- Don olayları azalacak, ancak buna karşılık daha şimdiden yaşamaya başladığımız sağanak yağış ve dolu şiddeti artacak, seller söz konusu olacak. Kar yağışı azalmakla kalmayacak, her 1 derece artış kar sınırını 150 metre yukarı taşıyacağından rezerv su miktarı azalacak.
- Rezerv su miktarının azalmasıyla birlikte kişisel su tüketimi etkilenmeye başlayacak. Çarpık yapılaşma nedeniyle özellikle metropollerdeki su havzalarının kaybedilmesinin katkısı tahammül edilemez seviyeye erişecek. Yağışın ve rezervin azalması elbette tarımda sulama sorununa neden olacak. Bu nedenle çok su isteyen ürünlerin yetiştirilmesinde zaaf ortaya çıkacak.
“Su ayak izi” büyüdükçe göç dalgaları tetiklenecek
Yukarıda kısaca özetlemeye çalıştığımız ve daha bugünden etkisi hissedilmeye başlanan sorunun bir de sosyolojik bileşeni var. Su sürdürülebilir canlılık için temel gereksinim, dolayısıyla ister istemez göç dalgalarına neden olacak. Yani güneyde su sıkıntısı nedeniyle sürdürülemez hale gelen yaşam insanların su olan bölgelere göçünü hızlandıracak (Bodrum olasılıkla ne olursa olsun etkilenmeyecek), artık petrol değil, su yeni savaş nedeni haline gelecek (bu da James Bond, Quantum of Solace’ın senaryosudur).
Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu aynen “karbon ayak izi” gibi “su ayak izi” kavramının da dikkate alınmasını önermekte. Dolayısıyla gıda dahil her türlü tüketim unsurunun su maliyeti hesaplanmak zorunda. Çok su isteyen pamuk gibi tarım ürünleri büyük bir su maliyeti getirmekte. “Hava ısınacağına göre giyinmek de gerekmeyecek” diye düşünenler olabilir (yıkanma sıklığı da azalacak), ama şimdiden önlem alınmazsa yağış dengesizliğinin açacağı sorunlar kuraklığın gerisinde kalacak.
Esas sorun müfredatta
Bu durum kaçınılmaz bir son mudur, elbette değil. Aslında Alexander von Humboldt’un daha 1800’lerde Güney Amerika’yı keşfederken gözlemlediği durumun bir benzeri yaşanmakta Humboldt Avrupa’yı çikolatayla tanıştırmakla bilinir, ama esas yağmur ormanlarının İspanyol sömürgeciler tarafından kesilmesinin göllerin su seviyesini nasıl düşürdüğünü yaşayanların ağzından dinleyip aktarmıştır. Dolayısıyla küresel ısınmadan korunmanın tek yöntemi var, o da gerçek orman (hatıra fidanlığı değil) envanterinin artırılması. Çünkü küresel ısınma suyu ortadan kaldırmıyor, ormanlar azaldığı için dünya ısınıyor, zira su yüzeyde tutulamıyor.
İnsanoğlu mevcut değerlerin korunması konusunda duyarsızdır, 2100’deki iklim koşulları emin olunuz saç boyaları ya da düdüklü tencere konuları kadar ilgi görmeyecek. Geleceğini düşünen ülkeler yatırımlarını çevrenin korunması ve geliştirilmesi merkezinde planlar, bizim coğrafya ise günübirlik yaşar. En kötüsü Akdeniz iklimi için “yazları sıcak ve kurak, kışları ılık ve yağışlı” tekerlemesi geçerliliğini yitirir, durum müfredata yansıyana kadar da zaten buzul çağı gelir.