Tıpta modelleme ciddi bir sorundur, bunu sık sık ifade ediyoruz. İnsanın içine doğduğu ve bugün artık molekülünün detayına kadar inceleme becerisine sahip olduğu biyolojik sistemi, yani yaşayan canlıları anlaması olasılığı ise çok düşüktür. İnsan görebildiklerini bu nedenle kendi yapabildiklerine (motor, boru vb.) benzeterek açıklar. Oysa meselenin felsefi kısmı daha derindir. Meme örneğini vererek açıklamaya çalışalım, meme erkeklerde de bulunan, ama dişilerde süt verme özelliği gösteren bir dokudur. Bu doku dişinin adet döngüsünden, ama memelilerde özellikle hamilelik halinden etkilenir. Bebeğin anneden ayrılmasıyla birlikte süt salgısı başlar. İlk salgıya kolostrum adı verilir, süte çok fazla benzemez, büyüme faktörleri ve bağışıklık moleküllerinden çok zengindir. Süt bundan sonra gelmeye başlar. Felsefi soru ise şudur: “Meme dokusu annededir, ama işlev olarak yeni doğanın beslenmesini sağlar. Bu durumda meme kime aittir, anneye mi bebeğe mi?”
“Nasıl” sorusunu yanıtlamak nispeten kolaydır, ama “neden” felsefe gerektirir
Biyolojide böyle bir bakış açısıyla irdelenmesi gereken çok fazla benzerlikler bulunur. Örneğin bilim yumurtayla üreyen hayvanlarda doğum yaparak emziren hayvanları da ayrı gruplarda sınıflar. Oysa yumurtanın beyazı ile, süt arasında da pek çok benzerlikler bulunur, yukarıda saydığımız maddelerin çoğu, yani süte özel proteinler, bağışıklık molekülleri gibi maddeler yumurtaya özel formlar biçiminde de ortaya çıkarlar. Memelilerin kalsiyumu süt aracılığıyla aktarılır, yumurtadan çıkanların ihtiyaç duydukları kalsiyum ise kabuktan emilir. Memelilerde plasenta ve göbek bağı kendine özel bir yapı oluşturur, ama yumurtanın içinde de sarının etrafında bulunan, pişirme sırasında bir türlü pişmeyerek varlığını koruyan “kalın albümin” denen kısım vardır. Dolayısıyla aslında bizim “farklı sınıflar” olarak algıladığımız canlılar aslında yine birbirine benzer işleyiş mantığına sahiptir. Hatta bunların ara formları da vardır, ördek gagalı platipusun (ornitorenk) yavruları yumurtadan çıkar, ama beslenmeleri süt emerek olur. Kanguru gibi keselilerde ise erken (prematür, erken) doğum vardır, yaşamın ilk dönemi bu nedenle kesede geçer. İşte bu mantığın anlaşılması önemlidir, zira bilimsel ilerleme bu benzerliklerin ya da farklılıkların saptanmasıyla değil, irdelenip anlaşılmasıyla ortaya çıkar.
Bir biyolojik sürecin “nasıl” ortaya çıktığının anlaşılmasıyla, “neden” öyle gerçekleştiğinin açıklanması arasında dağlar kadar fark vardır. Nasıl sorusu bugün elimizdeki teknik imkanlarla bir yere kadar yanıtlanabilmektedir, ama “neden” sorusunun yanıtlanması anlamlandırmaya ihtiyaç duyar, anlamlandırma ise felsefeyi gerektirir. Tıp başta olmak üzere, biyolojiyle ilgilenen bilimlerin felsefeden yoksun kalması ilerlemelerini durduran ana sorundur. Zira elinizde “neden” sorusunu yanıtlayacak geçerli bir felsefe varsa, yani değişik örneklerde, farklı biyolojik sistemlerde benzer çalıştığını gösterebilirseniz, biyoloji, sağlık durumu ve hastalıklar da öngörülebilir hale gelir. Dolayısıyla tıp dar alanda kısa paslaşmalarla (deneme – yanılma yöntemi) mesafe kaydetmeye çalışmaktan kurtulur.
İnsanın kimera modeli
Son olarak “insan vücudunun tek bir hücreden geliştiği” (yumurtanın spermle birleşmesiyle başlayan tek hücreli süreç) düşüncesinin bile tartışılmaya fazlasıyla açık olduğunu yeniden vurgulayalım. Biz birleşmeyi tek hücre olarak tanımlarız, ancak bunu şekillendiren etrafındaki geçmişten ve çevreden ödünç alınmış hücre zarıdır. İş bununla kalmaz, yumurta hücresi ve bulunduğu ortam çoğalmasını sürdürdükten sonra, içinde ileride yeni canlıyı oluşturacak katmanları meydana getirir. Yeni canlı aslında o yumurtadan değil, içinde ortaya çıkan katmanların farklılaşmasıyla gelişir. Günümüzde bu katmanların aşamaları, hangi gün, hangi saatte hangi organın taslağının yapıldığı ana hatlarıyla anlaşılmıştır. Ne var ki bu katmanların aslında farklı kökenli dokuların birlikteliği olmadığını, farklı dokuların birbirine uyumunun ise bizim bağışıklık sistemi adını verdiğimiz, ama daha çok bir uzlaştırma sistemi olarak işlev gösteren ara yüz tarafından gerçekleştirilmediğini de kimse söyleyemez. Dolayısıyla bakış açısını biraz değiştirirseniz, karşınıza “her bir dokusu kendi içinde değişkenlik özelliği gösteren kimera” çıkar. Kimeralar mitolojide “keçi gövdeli, yılan kuyruklu aslanlar” gibi bileşik formları açıklamakta kullanılır.