Doktrin bir alandaki bilgi ve dogmaların bütünü olarak tanımlanır, ancak bu tanım doğru ve yeterli görünmemektedir. Doktrin bir sistemin işleyiş felsefesidir, genel-geçer kuralların bütünüdür. Uğraşılan bir alanda bilgiler ya da kimsenin tartışma hakkının bulunmadığı dogmalar bulunması, doktrinin oluşması açısından sadece altyapıyı hazırlar. Bilgiler pek çok şekilde ortaya çıkabilir; anatominin detayları, insan vücudunun özellikleri, bunların adlandırılmaları organların yerlerinin ve diğerleriyle ilişkilerinin tanımlanmaları bilgiler sınıfında yer alır. Bunları azmedip öğrenirseniz, anatomiye hakim hale gelirsiniz. Ancak anatominin ilgilendiği alan biçimdir, işleve bakmaz. Bu durumda mevcut görüneni akla uydurur, idrar kesesi için “rezervuar” (bu düşünce biçiminde mesane klozetin rezervuarından farklı değildir) safra kesesi için “depolama” açıklamasını geliştirir.
Dogmalar ise genellikle gelenekten aktarılmış ve sorgulanması mümkün olmayan inanış ve uygulamalardır, zaman içerisinde çok az değişiklik gösterir ve neredeyse hiç sorgulanmazlar. Dogmalar sadece geçmişten miras olarak alınmazlar, bazen toplum ya da o alanda çalışanlar tarafından kendiliğinden beslenip ortaya çıkarlar. Mesela mikroorganizmaların varlığının keşfi nispeten yenidir, ama “aşırı hijyen” dogması bunun anlaşılmasından sonra doğmuştur. Önce temizliğin iyi bir şey olduğu anlaşılmış, ama kavram daha sonra mikroorganizmaların her yerde ve her durumda yok edilmeleri gerektiği dogmasına dönüşmüştür. Tıbba ilişkin dogmalar diğer uğraşı alanlarından çok daha fazladır, “içine doğulmuş ve anlaşılmaya çalışılan biyoloji” dogmalara insanın geliştirdiği mühendislik alanlarından daha fazla gereksinim duyar.
Biyolojide doktrin oluşturmak karşılaştırmayı gerektirir
Dolayısıyla doktrin yine açıkta kalır, doktrinde kaynaklandığı sistemin genel işleyiş prensiplerine ait bir şeylerin ifade edilmesi gereklidir. Tıp ilgi alanını insana odaklı tuttuğu sürece bir doktrinin ortaya çıkması mümkün değildir, ancak diğer sistemler incelenerek bir yere konumlanabilir. Örneğin hava alınamaması dayanılamaz bir durumdur, dolayısıyla hava almak önemlidir, ama bunun insan vücudundaki etkisinin ne olduğu ve nasıl gerçekleştiği anlaşılamaz; bilginin doktrine dönüşmesi için yapraklar, deri ya da solungaçlar aracılığıyla solunum yapan diğer canlıların irdelenmesi gerekir.
Peki birbirinden tamamen farklı görünen iki sistem nasıl karşılaştırılabilir? Bu durumda imdadımıza genel doğrular yetişir. Bu doğrular bütün yaşam formları için benzer şekilde tezahür eden karşılaştırma ya da kıyas noktalarıdır. Örneğin bir öneri şu olabilir; “sistemlerde kaynakların yeterli olması büyüme ve üreme ile sonuçlanır”. Bunun tezadını oluşturan istisnai bir durum yoktur, koşullar yeterli ise (besin yeterliliği, hava şartları ya da doğal zararlıların olmaması durumu) canlılar sağlıklı büyüyecek, üreyecek ve toplam nüfusları artacaktır. İstemli karar veren insan haricinde hiçbir canlı olumlu koşullardan faydalanmayı reddetmez. Biyolojik sistem sınırsız beslenebiliyorsa, nüfus Malthus’un öngördüğü gibi geometrik biçimde artar, gıda üretimi nüfus artışını karşılamadığında kriz çıkar. Oysa bu senaryo doğada kendiliğinden gerçekleşmediği gibi, endüstriyel üretimle de bağdaşmaz, çünkü olumlu ortamın sürekli desteklenmesini gerektirir. Yani Malthus’un varsayımı da aslında geçerli görünmemektedir.
Geçerli tek doktrin
Bir diğer öneri de şu olabilir; “biyolojik sistemin çalışma ilkeleri (yapı taşları, enerjinin korunumu vb.) benzer olduğuna göre, asgari beslenme için gerekenler kontrollü denemelerle saptanabilir”. Bu durumda ortamın bileşimi olabildiğince bir tek unsur eksiltilerek gözlemlenir. Bugün “esansiyel” olarak adlandırdığımız, dışarıdan almak zorunda olduğumuz amino asitlerin çoğu bu “kontrollü eksiltme ve büyümeyi gözlemleme” yöntemi ile bulunmuştur.
O nedenle insana yönelik çalışan bütün biyoloji alanlarında (veterinerlik, ziraat vb.) şimdiye kadar geçerliliği kesin tek bir doktrin vardır, bu da en iyi koşulları sağlayarak “mevcut sağlıklılık halinin korunmasıdır”.