Kanser ve beslenme arasındaki ilişki son yıllarda giderek daha fazla ve daha büyük oranlarda kabullenilmeye başlanmıştır, çünkü akıl buna işaret etmektedir. Ama bu olasılık tabloyu netleştirmez, bilakis hastalığın özelliklerini daha karışık hale getirir. Neden? Birincisi günümüzde tanı konan hastaların büyük bölümü erken tanı yaklaşımları (mesela meme kanseri açısından mamografi ya da prostat kanseri için PSA bakılması) nedeniyle saptanmaktadır. Yani ortada kişinin kendini hasta hissetmesine neden olacak bir durum zaten yoktur. Memede saptanan bir santimetrelik tümörün ileride mutlaka hastalık yaratacağı beklentisi ise bir kabullenmedir. Çünkü tarama sırasında bulunan odakların ileride mutlaka kansere dönüşeceği ileri sürülemez. Bunun en iyi otopsi incelemelerinden görüyoruz. Mesela 80 yaşın üzerindeki erkeklerin prostatlarında mutlaka bir kanser odağı bulunmaktadır, ne var ki bunlar hastalık aşamasına geçmemiş sessiz odaklardır. Bu durum olasılıkla tiroid ve meme kanserleri için de geçerlidir. Yani sizin tarama ile bulduğunuz kanser odaklarının mutlaka ölümcül hastalığa dönüşeceğini ileri sürmeniz bilimsel mantığa aykırıdır. Ne var ki böyle bir odak saptandığında “hah işte erken yakaladık” denerek gerçekten ele gelen bir tümör kadar yoğun bir tedavi yine uygulanır. O halde biz gerçek hastalığın ne kadar arttığını zaten bilmemekteyiz; tümör ve kanser aynı şeyler değildir. Tümör bir kitledir, ama kanser tedavi edilmesi gereken bir hastalık durumudur.
Vücudumuz aslında saksıdaki bitki gibidir
Beslenme ve kanser arasındaki ilişkinin çok önemli bir diğer açmazı da işte yine bu noktada ortaya çıkar. Bizim vücudumuz sağlıklı bir yaşam sürdürebilmek için aldığı gıdalara bağımlıdır. Bu aslındaki saksıdaki bir bitkinin toprağıyla olan ilişkisinden farklı değildir. Evdeki çiçeklerden gözünüzde canlandırmaya çalışın. Toprak bitkiyi ilk diktiğinizde genellikle yeni alınmış ve tamdır. Siz bitkiyi yıllarca bu toprakta sadece sulayarak büyütürsünüz. Bitki gelişir, çiçek açar, yani kendi varlığının en üst derecesine ulaşır. Siz hala sadece sulayarak devam ederseniz, topraktaki besleyici unsurlar bitki tarafından tüketileceğinden, artık eski besleyiciliği olmayacaktır. Bu durumda bitkiniz gelişimini durdurur, ama toprağı yenilemezseniz form değiştirmeye başlar. Örneğin artık çiçek açması seyrekleşir, eskisi kadar gösterişli olmaktan çıkar. Siz toprağı beslemezseniz bu kez yapraklar cılızlaşır, sadece dal uzamaya devam eder.
Bitkinin bu durumu bizim vücudumuzdan farklı değildir. Ama sorun şu aşamada ortaya çıkar: (1) Vücudumuzun eksik beslenmesi durumunda ne gibi hastalıklar çıkacağını bilemeyiz, çünkü tıp beslenmenin hep doğal olduğu kabullenmesiyle işe başlar. (2) Beslenme uzun süre eksik kaldığında, vücudun bileşimi de değişir, bu durumda hastalık da değişir. Sözün özü, bugünün kanser sanılan hastalıklarının büyük bölümü aslında gerçekten hastalık bile olmayabilir. İşte buna “tıbbın tanımsızlık dönemi” adını veriyoruz. Sağlıklılık durumu geleneksel beslenme kıstas alınarak tanımlanmıştır, uzun raf ömürlü endüstriyel market gıdalarında durum değişir, hastalık da değişir.
Kanserin tekrarlamaması beslenmeyle ilişkilidir
Bu çelişki hastalığın tedavisi ve sonrası için de geçerlidir. Kanser hastaları başlıca üç yöntemle tedavi edilmeye çalışılır, bunlar cerrahi, kemoterapi ve ışın tedavisidir. Bu yöntemler bütün hastalarda uygulanamasa da, uygulanabildiklerinde doğru kullanılırlarsa gerçekten tedavi edicidirler. Ancak hastalık beslenmeden kaynaklanıyorsa, tedavi olan hastaların beslenme biçimleri değiştirilmediği sürece hastalığın yinelemesi olasılığı yüksektir. Şimdi herkes çevresindeki hastalar açısından düşünsün, hastaların kaçta kaçı tedavi sonrasında doğal besinler almaya başlamakta ve bunu özenle sürdürmektedir? Bunun oranı çok azdır. Hastaların büyük bölümü tedavi süreci bittiğinde normal yaşam ve beslenme koşullarına geri dönerler. Bu durumda hastalık ne kadar tedavi edilse de, vücut aynı nedene maruz kalmayı ya da eksik beslenmeyi sürdürdüğünden yineleme olasılığı daima vardır.