Yabancı yatırımı ülkemize çeken unsurların başında Türkiye’nin fikri mülkiyet haklarına olan duyarlılığının ve genel istikrarın geldiğini defalarca vurguladık. Bugüne kadar dünyanın neresinde yabancı sermaye yatırımı olmuşsa, bu iki önkoşulun tartışılmaz kural olduğunu görüyoruz. Ne var ki, fikri mülkiyet hakları konusundaki dıyarlılık bireysel çabalarla sağlanamıyor, daha çok devlet politikası olarak yürütülmek zoruında. Durum böyle olunca, Türkiye’nin son altı yılını emanet ettiğimiz tek parti yönetiminin bile yeterli aşamaları kaydetmekten hayli uzak kaldığını görüyoruz. Pek çok kanunun çıkarılmasında ve yerleştirilmesinde başarılı bir tablo sergilemiş olan AKP hükümetinin, fikri mülkiyet konusundaki tavrını sadece iç politikanın bir gereği olarak yorumlamamız mümkün olamıyor; bu “tavır eksikliği” daha çok “değerlendirme zaafı” olarak kendisini gösteriyor. Durum böyle olunca, Ar-Ge konusunda yetersiz kalışımızın gerekçeleri de daha bir netlik kazanıyor.
SHI Consulting’in yaptığı araştırmanın sonuçlarından geçtiğimiz hafta bahsetmiştik. Bu araştırma bizimle birlikte birkaç ülkeyi karşılaştırmalı olarak değerlendiriyor. Polonya için yapılan değerlendirme şu şekilde: Tarihsel merkezi ekonomi planlama sayesinde tıp alanında makul Ar-Ge temeline sahip olan Polonya’nın şu an bu temeli pazar ekonomisinin çeçevesinde korumaya ve arttırmaya ihtiyacı var. Özel sektörün Ar-Ge yatırımlarını desteklemeye teşvik etmek için uygun piyasa koşulları sağlamak gerekmekte; (1) Büyük miktarda yetişmiş eleman bulunmasına rağmen Ar-Ge yatırımları azalmaktadır. (2) Fikri mülkiyet hakları ve uygulama politikasini geliştirmesi girişimciler için bir teşvik yaratır. Şu anda iletişim ve teknoloji danışmanlığı sektörüne olan ilgi medikal sektörde bulunmaktadır. Polonya, piyasa koşullarını geliştirip (mevzuat onaylama ve ruhsat, lisans alma kolaylığı ve hızı) uluslararası yenilikçi ilaç firmalarıyla Ar-Ge ortaklıkları kurarak yerel jenerik endüstrisine daha iyi hizmet verebilecektir. Bu durumda Polonya, köklü bir geçmişe sahip olan medikal ARGE çalışmalarının pazar ekonomisinde korunması ve geliştirilmesi için çalışmalarına devam etmelidir.
Macaristan’a bakıldığında ise Macar hükümeti ülkeyi yenilikçilik istikametinde konumlandırmakta olduğu dikkat çekiyor: (1) Macaristan, farmasötik araştırmasında çok güçlü geçmişe sahip. İstihdam olanakları yaratmak ve Ar-Ge kapasitesini arttırmak için Macaristan çokuluslu biyofarmasötik şirketleri çalıştırmasına önem verdi. (2) Fikri mülkiyeti hakları desteklendi, üretimin düşük olmasına rağmen, risk sermayesi ve vergi teşviklerindeki kolaylık nedeni ile özel sektör yatırımlarının yaygınlaştırılmasına destek olacak. Dolayısıyla Macaristan sağlık ekonomisinde, gelişim yolunda gözüküyor. Macar Hükümetinin yenilikçilik konusunda bağlılığı daha açık ifade etmesi, pazar şartlarını kolay ve elverişli duruma getiricektir.
Çin ise kendi piyasasının büyüklüğünü avantaj olarak kullanıyor. Çin, yenilikçi ilaç sektöründeki Ar-Ge çalışmalarının düşük maliyetle yapılmasının, tek başına avantaj olmadığını anlayarak, onun yerine ülke kapasitesini artırmayı ve piyasa koşullarını geliştirmeyi, ARGE yatırımı yapmayı ve özel sektörle ortak iletişim strateji yapmanın gerekliliğinin daha doğru olduğuna karar verdi ve bu yönde ilerledi. Dolayısıyla Çin yenilikçi ilaç çalışmaları konusunda çok büyük gelişim yaşıyor ve 2020’e kadar en büyük 5 ilaç piyasasından biri olmayı hedefliyor.
Benzer şekilde Hindistan da 90’lı yıllarda global piyasalara açılmaya ve ülke kapasitesini arttırmaya başladı. Bunun sonucu olarak sağlık ekonomisi de gelişmeye başladı. Sonuçlar çok iyi idi. Çokuluslu şirketler günümüzde eskiden jenerik, taklit ve izole olan Hindistan farmasötik endüstrisi ile Ar-Ge ortaklıkları yaptı, bu yaklaşım konumunu giderek güçlendiriyor.
Gelelim bu bilgiler ışığında Türkiye’nin değerlendirmesine. Birincisi Türkiye altyapı olarak hayli iyi bir noktada bulunuyor. Hem iş gücü hem de nüfus (pazar) olarak bakıldığında, yabancı sermaye açısından cazibe noktasını teşkil ediyor. Doğal piyasa büyüklüğü sayesinde İrlanda’dan daha cazip piyasaya sahip, Çin’in büyük ve zor piyasası dikkate alındığında ise Türkiye daha çabuk hareket kabiliyetine sahip. Buna karşılık Ar-Ge temelli yatırım alabilmek için karnesinde düzeltmesi gereken kötü notları var, bunlardan en önemlisi fikri mülkiyet hakları ve ve bu çerçevedeki mevzuat. Sanayi açısından çok önemli olan “bürokrasinin azaltılması” ve “işlemlerin hızlandırılması” bir diğer aşılması gereken sıkıntı. Ve kuşkusuz ekonomik ve siyasi istikrar. Altı yıllık tek parti yönetiminin siyasi istikrar olarak kabul edilememesi, arayışımzın politikadan ziyade, Ar-Ge’nin devlet poltikası olaraık benimsenmesi gerektiğini gösteriyor.