Uzun zamandır yazmak istediğimin özetini siz zaten izliyorsunuz. Bir vücudun dokusu benzer görünse de, daha doğrusu biz öyle düşünsek de aynı değildir. Bizim yaşama tutunmamızı da işte bu farklılık sağlar. Yaklaşık yetmiş yıllık yaşamınıza doğduğunuzda aslında henüz erkendir, bakılmak zorundasınız. Buna karşılık, zaman içinde elbette büyüyüp serpilirsiniz. Sinir sisteminiz yaklaşık üç yaşta bileşim olarak tamamlanır, oysa bu bardağı bile daha yeni tutmayı öğrendiğiniz dönemdir. Kemiklerinizin uzaması ergenlik öncesidir, ergenlikle birlikte nihai boyunuz da belirlenir. Derken buluğa erersiniz, artık genç bir kız ya da erkeksiniz, duygularınız coşar. Ah işte o duygular yok mudur, size aşkı da öğretir, meydanda çadır da kurdurtur. Bütün bunlar aslında hayli garip bir durumdur, bir sistem ki, tepeden aşağı, arkadan öne ve soldan sağa gelişir. Nasıl olduğu bilinmez, taslağın hepi topu birkaç haftalık durumdur.
Oysa büyüme bittiğinde aslında yeni başlamaktadır hikaye. Buna olgunlaşma adı verilir. Değil doğduğunuzda, aslında beş yaşında bile kontrol edemediğiniz bedeniniz kendini başka türlü geliştirmeyi sürdürmektedir. Biz buna “katma değer” adını veriyoruz. Şöyle açıklayayım, beş yaşındaki çocuk da piyanonun tuşlarından ses çıkarır. Ancak bir piyano eserini çalabilir hale gelmek en az on yılını alır. Ya da spora yeni başlamış bir yüksek atlayıcı, bir buçuk metreyi daha en başta bile geçebilir, çıtayı elli santim yükseltmesi bile yılların bedelidir. Oysa baktığınızda ellerine ya da ayak bileklerine, görünüşte çok fazla bir fark yoktur. Voleybol oynadığım yılların deneyimi, daha yükseğe zıplamaya uğraşırsınız, bunun için de ağırlık çalışırsınız. Yani ellerinizde onar kiloluk iki dambul, elli santimlik bir yüksekliğe zıplar durursunuz. Bunu yeterince sık yaparsanız, vücudunuzu gerçekten uçurursunuz. Ama gelişen adaleniz değildir. Bu adeta sihir gibidir, bacaklarınız gelişeceğine giderek incelmeye başlar.
Atlet koşmaz, sadece süzülür
İşte katma değerden kastım da budur. Çalışmak sizde bir şeyi geliştirir, gelişen sizin tahmin ettiğiniz şey değildir. Bir piyanistin elleri nasıl kayarsa tuşlar üzerinde, bir atletin bacakları da pistte uçar. O yüzden seyrettiğinizde, atletin koştuğunu değil, süzüldüğünü görürsünüz. Atlet pist üzerinde koşar, ama aslında zemine teması cüzidir, tıpkı piyanistin tuşları okşaması gibi, aslında dokunmaz, aklından geçeni klavyeye değdirir, size müzik olarak hissettirir. Şimdi aynı şeyi bedeniniz üzerinde düşünün, zira siz uğraşmasanız da bedeniniz bir katma değere tabidir. Derinizi kestiğinizde yaranın iyileşmesi uzun sürmez, ama bir yerinizi kırdığınızda durum değişir. Derinin iyileşmesi hızlı, kemiğin kaynaması yavaştır. Zira iyileşme bir “reorganizasyon” sürecidir (yeniden organizasyon). Yumuşak karnınızın yeniden iyileşmesi kolaydır, ameliyattan on gün sonra dikişlerinizi alırlar, kemiğe koydukları platini aylar sonra çıkarırlar. Oysa kaba ağırlığa, hatta içeriğe baktığınız da bile fazla fark yoktur.
Ne var ki “elli dirhem et”, o da tartabiliyorsanız, hepi topu budur derseniz ciddi yanılırsınız. Biz ne kadar löp et yemeye alışsak da, katma değer uçlara gidildikçe artar, “akral bölgeler”, yani bilekler ve parmaklar. Çünkü onlar eyleminizin uç noktasıdır, dokunur, kavrar ya da fırlatır, hiç fark etmez. Ya da şöyle düşünün, sizin büyümeniz dursa da, yavaş yavaş uzayan saçlarınız ve tırnaklarınız var. Yaşıyor olmanızın katma değeridir aslında onlar. Tıpkı kuşların tüyleri gibi, vücut için aslında en yüksek yapım maliyeti… Peki, o halde neden uzayıp dururlar, saç süpürge yapmak, tırnak kazımak için mi var?
Yara kapanır, ama kopan uç sizin değildir artık
Yukarıda anlattıklarım alegori değiller, bunlar yaşamın kuralları. Katma değeri düşük, uçlara gittikçe artan canlılar, iş kontrole geldiğinde irade sistemiyle donanırlar. Tümünü o sistem kontrol eder, kemikle kapatılmış bir kutunun içinde, işlev olarak özelleşse de, yapısı aslında gevşek. Çıkarıp ortaya koysanız, pelte gibi sallanır mübarek. İşini halleden eller ve taşıyan ayaklar, kontrol edemediğinde yük halini alırlar. Mecburen kurtulmaya çalışır, çünkü aklı iradesiyle karışır. Örneğin alın bir sıçanı, sarın plasterle, önce sadece bekler. Hareketsizlik halini bir şekilde geçiştirmek ister. Yok, siz bırakmıyorsanız, bu kez katma değerinin diğer en uç yerleri, kazıyamayınca bağlanmış elleri, bileklerini kemirir, ellerini koparır atar.
Çaresizlik duygusu, vücudun uçlardan kurtulma arzusudur. Kestiğiniz yer yeniden kaynar, ama kopan uç sizin değildir artık.