Ulusal Aşılama Sempozyumu’nun ikincisi geçtiğimiz hafta içerisinde Ankara’da yapıldı. Bu sempozyumun ülkemiz için iki önemi var, bunlardan birincisi aşılar konusundaki yenliklerin konuşulması, ama en az bunun kadar önemli olan diğer unsur ulusal aşılama politikamızda yapılması gereken değişikliklerin tartışılması idi. Aşı sağlık açısından bakıldığında en az ilaçlar kadar önemli paya sahip, en az dememizin sebebi, aşılamanın ilaçların aksine hastalıkları daha ortaya çıkmadan önlemesi, yani sağlığın sürdürülmesini mümkün kılması. Bugün için bütün dünyanın hemfikir olduğu bir gerçek var, hastalıklarla mücadele edilmesinin maliyeti çok yüksek. Oysa insanların çoğu aşılamanın faydalarını görmekte zorlanıyorlar, zira sağlık durumunu sürdüren bir birey, hastalık tablosunun yaratacağı sorunu tahmin etmekte yetersiz kalıyor. Bundan birkaç on yıl öncesine dek ciddi sağlık sorunu yaratan kızamık, çocuk felci gibi hastalıklar sadece aşılama nedeniyle dünya üzerinden silinmiş durumdalar. Boğmaca, kabakulak gibi pek çok hastalık da geliştirilen aşılar sayesinde önlenebilir hale geldi. Aşılamaya harcanan para, daha en baştan sağlık olarak geri dönüyor. Nitekim Harvard Tıp Fakültesi’nde yapılan bir çalışmaya göre “zenginseniz daha uzun yaşıyorsunuz”, bu saptama başlangıçta ironik gelse de, diğer yönden baktığınızda,”insanların gelir durumu iyiyse daha sağlıklı oluyorlar” şeklinde bir yoruma dönüşüyor. Kısacası aşılara aslında ekonomik olanakları yüksek olmayan toplumlar özellikle önem vermeli.
Aşı, oluşacak hastalık maliyetini önler
Uygulanabilir, yani yan etkilerden arındırılmış ve etkin bir aşının geliştirilmeye çalışılması kolay değil. Hastalık durumunda elinizde ölçebileceğiniz bir parametre var, örneğin hastanın kolesterolü yüksekse bunun ilaçlarla düşürülmesi durumunda anlamlı fark ve başarı saptıyorsunuz. Mesele aşı olunca elinizde henüz oluşmamış bir senaryo bulunmakta, geliştirmeye çalıştığınız aşının işe yarayıp yaramayacağı da bir risk unsuru. Bu senaryonun son yıllarda herkes tarafından bilinen en iyi örneği kuş gribine bağlı oluşabilecek salgın. Kuş gribinin günün birinde insan grip virüsüyle gen değiş tokuşuna gitmesi ve ölümcül bir salgın yaratması olasılığı hayli yüksek. Ancak böyle bir olasılığa rağmen, geliştirilecek aşının Ar-Ge masrafları hiçbir aşı şirketinin üstesinden gelemeyeceği boyutta, tahminen on milyar dolar, dolayısıyla bu rakamın (riskin) üstesinden gelinmesi ancak dünya ülkeleri tarafından karşılanması durumunda olası. Mümkün olan en fazla doz, mümkün olan en kısa sürede üretilmek zorunda.
Aşılama programı nasıl belirlenir?
Bir ülkenin aşılama politikası tamamen kendi koşullarına göre belirleniyor. Örneğin Avrupa’da 20’den fazla ülke var, her ülkenin kendine özgü aşılama sistemi var. Hatta ülke içinde bile farklılıklar olabilir. Aşılama programının ve takviminin nasıl oluşturulacağı bilim çevreleri ve düzenleyici otoritenin karşılıklı görüşmeleri sonucunda belirleniyor. Bilimsel tavsiye hastalığın görülme durumuna bağlı olarak hangi aşıların uygulanması gerektiğini söylüyor. Daha sonra ise buna bağlı oluşacak maddi yükün karşılanabilir olup olmadığı tartışılıyor. Toplum sağlığına değer veren, aşılamayı maliyet değil, hastalık maliyetini önleyici bir yaklaşım olarak gören ülkeler programlarını daha geniş tutuyorlar ya da en azından risk grubundaki bireylerin (örneğin kanser hastaları, çocuklar ve yaşlılar) aşı giderlerini üstleniyorlar. “Önce sorun oluşsun, sonra zararı gideririz” diyen ülkeler ise hastalık maliyetini üstlenmek durumunda kalıyorlar, manevi maliyet cabası.
Dolayısıyla aşılama programları düzenli olarak gözden geçirilmesi ve düzenlenmesi gereken aksiyon planlarıdır. Örneğin ABD’de 1982’de 7 aşı uygulanırken, bugün 16 hastalığa karşı aşılama yapılmakta. Aşılamadaki başarı oranı ise yüzde 92-95 düzeyinde. Bu yüksek aşılama başarısının nedeni halk sağlığı ve muayenehane hekimlerinin birlikte çalışmaları olarak gösteriliyor. Öte yandan düzenli bir ölçüm programı var, dahası erişkinlerde de telefon anketleri sayesinde aşılama verileri elde ediliyor.
Ülkemizdeki aşılama yaklaşımı benzer ülkelerin hayli gerisinde, yani aşılamaya gerekli önemi vermiyoruz. Bunun başlıca nedenlerinden biri Ar-Ge harcamaları nedeniyle aşıların pahalı olduğu düşünülmesi ve geri ödeme sistemlerine dahil edilmemeleri. Oysa bir Türk inanının bir Avrupalıdan farkı yok, kendisine hastalıklarından korunma imkanı sağlayan aşılardan istifade etmesi gerekmekte. Aksi halde ciddi bir sosyal adalet sorunu ortaya çıkıyor; Türk toplumunun sadece yüzde 2-3’lük bir kesimi yeni geliştirilen aşıları kullanabiliyor. Nitekim Harvard’ın yukarıda değindiğimiz sonuçları haklılık kazanıyor. Peki sağlık sadece zenginlerin mi hakkı olmalı?