Yapay zekanın mağara alegorisi

Geçen haftalarda yapay zekanın gerçekten yaratıcı bir düşünceye varmasının zor olduğundan bahsetmiştik. Evet yapay zeka işlem hızı çok yüksek bir bilgisayardır, ama yaratıcılık söz konusu olduğunda işlem hızının yüksek olması sorunu değiştirmez. Bir örnekle anlatmaya çalışalım, diyelim elimizde bir Brueghel tablosu var, insanların bir kısmı gülümsemekte, bir kısmı ise hüzünlü. Bunu ortalama zekada bir insan çetele tutarak belli bir zaman diliminde belirleyebilir.

Yapay zeka ise önce tabloyu tarar, sonra çizgileri birleştirerek hangi biçimlerin insan suratını tasvir etmekte olduğunu kavrar, ardından bizim polisiyelerde yüz tanıma (aslında prototipi parmak izi eşleştirmedir) olarak bildiğimiz sistemle hangilerinin gülümsemekte olduğunu da anlayabilir. Resmin kimin tarafından yapıldığı sorgulandığında elbette veri tabanıyla karşılaştıracak ve ressamı da başarıyla bulacaktır. Ancak insanların neden gülümsemekte ya da hüzünlü olduğu sorulduğunda bunu yanıtlaması zordur; zira Bruegel’in onları neden öyle çizdiğini bilemez.

Mağara Alegorisi nedir?

Eğer ressamın adını benim gibi yanlış yazıp Brügger kelimesini taratırsanız bu kez karşınıza çıkacak olan bir silah modelidir; Brügger’in yanına ressam kelimesini eklemeniz gerekecektir. Makine bu aşamada Google’ın her zaman yaptığını yapıp “bunu mu söylemek istediniz?” sorusunu yöneltir. Açmaz da zaten burada ortaya çıkar, siz makineye her aşamada “evet / hayır” komutunu verirseniz o zaman da yapay zekanın becerisi tartışılmaya başlayacaktır. Kendiliğinden bulunuş bir sonucun anlatımı ise Platon’un Mağara Alegorisi’ne dönecektir.

Platon, Devlet adlı eserinin VII. Kitabında bu alegoriyi sunar; Platoncu düşüncenin temelini oluşturan bilgi teorisi ve gerçeklik algısını anlamak için güçlü bir araçtır: Karanlık bir mağarada doğduklarından beri zincire vurulmuş bir grup mahkûm vardır ve sadece önlerindeki duvara bakabilirler. Mahkûmların arkasında bir ateş yanmakta, ateşle mahkûmlar arasında ise yükseltilmiş bir yol bulunmaktadır. Bu yol boyunca, çeşitli nesneler ve şekiller taşıyan insanlar yürümekte, mahkûmların görebildiği duvarda gölgeler oluşturmaktadır. Dolayısıyla mahkûmlar için bu gölgeler, bildikleri tek gerçekliktir. Mağaradaki gölgeler, gerçeği bilmeyenlerin cehaletini ve sınırlı algılarını simgeler.

Bu gölgeler, yüzeysel ve çarpıtılmış bir gerçekliğin sembolüdür; görünüşlerin ve algıların, şeylerin gerçek doğasını anlamamızı nasıl yanıltabileceğini betimler. Hikâye, mahkûmlardan birinin serbest bırakılmasıyla derin bir dönüş yapar. Özgür bırakılan mahkûm, önce ateşin ve sonunda dış dünyanın ışığına maruz kaldığında keskin bir acı ve yoğun bir kafa karışıklığı yaşar.

Yeni gerçeğin anlatılamaması da sorundur

Işık göz kamaştırıcıdır ve mahkûm bu yeni gerçekliği anlamakta zorlanır. Ancak zamanla gözleri alışır ve dünyanın renklerini, şekillerini, gökyüzünün uçsuz bucaksızlığını ve güneşin parlaklığını görmeye başlar. Bu süreç, bilgiye ve entelektüel aydınlanmaya giden yolu simgeler: zahmetli, acı verici ama derinden dönüştürücü bir yolculuk. Özgürleşen mahkûm, mağaradaki gölgelerin gerçeklik olmadığını, sadece birer yanılsama olduğunu fark eder.

Ama bu gerçeği paylaşma arzusuyla mağaraya geri dönüp diğerlerini serbest bırakmaya çalıştığında dirençle karşılaşır ve yanlış anlaşılır. Onlar için gölgeler hâlâ tek geçerli gerçekliktir; farklı bir gerçeklik önerisi hem düşünülemez hem de tehdit edicidir.

Yapay zeka ışığı görmüş mahkum değildir, gölgelerin yansımalarını değiştiren yeni bir araçtır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir