Bilim dogmanın sorgulanması üzerine kuruludur. Oysa varlığını her zaman sürdüren dogma, “işte yeni bilim budur” diye öne sürülen ve coşkuyla karşılanan yeni algıyı kısa sürede ele geçirir. Mesela bilimde asıl olan bulgudur, ama “ölçülebilir” olmasını ister. Kanıt diye bir kavram aslında hiç olmasa da, “ölçülebilir değişkenlik” kanıt olarak kabullenilir. Oysa ilimde esas olan algıdır, yani ölçülebilir olması yeğlense de, mevcut olandan yeni bakış açısını türetir. Newton ve elma örneğiyle açıklamaya çalışalım; elmanın düşmesi gerçeklik durumunu oluşturur. Cismin bırakıldığı yerden zemine erişme süresi (yani hızı), hızının artma eğiliminde olması (ivmesi) hesaplanabilir olduğu için pozitif bilimdir. Siz cismi serbest düşmeye bırakmayıp fırlatsanız bile kanun geçerli kalır. Ancak bunun “cisimlerin kütleleri mertebesinde birbirlerini çektiği” sonucuna çevrilmesi ilimdir. Çünkü Newton’un yeryüzünün kütlesini hesaplama şansı yoktur, elmanın kütlesinin de karşılaştırıldığında “sıfır” olacağı açıktır. Newton yine de bir şekilde evrensel çekim kuralını bulabilmiştir, hesaplanabilir olanın ötesine geçmiştir.
Giz örtüsü kaldırılmayı bekler
Buna yakın çok fazla örnek günümüzde de varlığını sürdürür, ama ayırdına gitmek zordur. Yemeklerin ekşiyerek bozulmasından tutun, testislerin oluşum yerlerinden dışarıya, yani bir bakıma vücut dışındaki keselerine yerleşmelerine kadar pek çok gerçeklik durumu kütle çekimi gibidir, açıklanamaz. İnsanların kedilerin yalanmalarına dair açıklamaları hala “temiz olmalarıdır”; oysa salyangozlar yağmur dışında da yuvalarından dışarı çıkarlar, kalorifer borularının arkasındaki duvar hattı aynen elektrik kabloları gibi kararır. Bütün bunlar “gerçekliktir”, ama bizim bugünkü bilgilerimizle açıklanamazlar. Gözümüz önüne gerçekleşen pek çok olay “kedilerin temiz oldukları için yalandıkları” benzeri giz örtüleri altındadır.
Dinleyen anlar, tartışabilen ilerler
Dogmaya dönüşen bilimin en kötü özelliği “dinleme ve anlamaya çalışma” melekesini yitirmiş olmasıdır. Bu durumda bulunulan ortam verimliliğini yitirir. Bu ortamdan hala buluş çıkabilir, ancak buluşlar yeni patentler getirecek türev ürünler olmaktan öteye geçemez. Mesela “drone” mantığıyla çalışan “uçan araba” da bir buluştur, ama aslında dört pervaneli helikopterin çeşitlemesinden öteye geçmez. Gerçek uçan araba ise yer çekimi kuvvetine karşı koyabilen bir mantığı içermek zorundadır. Elimizdeki mevcut imkanlar bunun gerçekleştirilmesi için henüz yeterli değildir, ama tamamen olanaksız olduğunu da kimse söyleyemez.
Neden? Çünkü (1) mıknatısın aynı kutupları birbirini ittiğinde üzerine konan bir cismin havada kalması olanaklıysa, (2) manyetik kuvvet de kütle çekimi gibi bir kuvvet biçimiyse, dördüncü kuvvet olan kütle çekiminin karşıtının bulunması (anti-gravity) bakış açısına ve zamana tabidir. Kütle çekmekteyse, hipotetik bir anti-kütle de itecektir. Hatta bu görüşü daha ileri götürüp “aslında yer çekmiyor, uzay itiyor” diyenler de çıkabilir, işin hoş yanı hesaplama yine aynı sonucu verir. Sözün özü, sadece bakış açısının değişmesiyle bulunmayı bekleyen çok fazla yeni kavram vardır.
2019 bunların ne kadarını getirecek, bilinmez, ama yaşam sürprizlere fazlasıyla açıktır.
Mutlu yıllar diliyoruz.