Doğup büyüdüğümüz ve yaşamakta olduğumuz dünya bize ister istemez kendimizi yerleştirdiğimiz, diğerleriyle olan durumumuzu konumlandırdığımız bir takım adlandırmalar sunar. Bu adlandırmalara genel olarak unvan adını veririz, yani unvan edinilmiş bir konumun simgesidir. Örneğin şef yardımcısı, şef, müdür, genel müdür, hatta CEO oluruz. Mesleğimiz akademik silsile içindeyse uzman, yardımcı doçent, doçent, hatta profesör oluruz. Bu unvanlar bize önceden tanımlanmış olan asgari koşulların gerçekleşmesi durumunda sunulurlar. Göreceli konumumuzu belirleyen başka bir unsur daha vardır ki, bunu da kıdem olarak adlandırırız. Kıdemin kelime anlamı o konumda geçirilmiş olan zamanla ilişkilidir. Örneğin iki müdür, müdürlük unvanını elde etme zamanlarına göre birbirlerinden az ya da çok kıdemli olabilirler. Kıdem memuriyette geçirilen zamanın da önemli bir ölçüsüdür, hepimiz çok iyi biliriz.
Lakin kıdem benim değerlendirme sistemime göre zaman kavramından daha nicelikli, daha doğrusu zamanın ötesinde değerlendirilmesi gereken başka bir ölçme sisteminin de parçasıdır; “insanları birbirlerine göre farklı kılan, belki de değer kavramını tanımlayan başka bir bakış açısı”. Bu farklı kıdem ölçüt sistemi, elbette içinde zamanı da içermektedir. O halde yaşamdaki kıdemin sadece zamanla ilişkilendirilebilir tanımını yaş oluşturmakta. Yaş bu dünyada geçirilen zamanın bir ölçüsüyse, çoğumuz için minneti kadar mihneti de olan yaşamın birinci kıdemi yaş kıdemidir. Karın doyurmak, ısınmak, giyinmek ve aklınıza gelen ne varsa yaşamınızı sürdürmek için, bunu daha uzun süreden beri yapmakta olan, kuşkusuz diğerlerine göre daha kıdemlidir.
Ancak yaş kıdemi fark ettiğiniz gibi onu tanımladığınız anda bile birinci firesini vermiş olur; yaşamda geçirilen yaşa rağmen yedikleri önüne getirilip, istemeseler bile önlerinde kapılar açılanlar yok mu? Elbette var, o halde yaş, zamanın bizden bağımsız verdiği kıdemlerden biriyse, bize bağlı olan çabaların yarattığı ikinci bir kıdem de bulunmalıdır. Tek başına mutlu müreffeh yaşamak varken evlenip barklanmak bir cesaret ve çaba ister. Evini geçindirmek için iki, hatta üç işte çalışmak zorunda olanlar daha fazlasını yapıyordur. Peki yerini doldurabilmek için aynı unvana sahip olanların beş misli çalışanlar hiç mi yok çevremizde? O halde “çaba” bambaşka bir konumu tanımlamaktadır. Çalmak, çırpmak ya da bir şey yapmadan oturmak yerine taşı kazıyor olmak insana bambaşka bir kıdem kazandırır, çaba kıdemi.
Ne var ki yaşam her zaman bizim kontrolümüz altında da değildir. Çevreyle etkileşimimiz tek yönlü değil, en az iki, ama genellikle çok yönlüdür. Kimi kez başımıza gelen şeyler bizim kontrolümüz altında olmaktan uzak bir şekilde gerçekleşir. Falanca tarihte ve üstüne üstlük iyi niyetle kaleme aldığınız satırlar uzun hapis yılları olarak bedel bulabilir. Bizden çok uzakta çıkan savaşlar, ister istemez bizi içine alabilir (Kore Savaşına nasıl dahil olduğumuzu hatırlayın, Lübnan’a asker yollamamız koşulların getirisini bir yana bırakırsanız hangimizin gönlünde yatan istekti?). Binde bir görülen çaresiz bir hastalık gelip bizim kapımızı çalabilir. Hani “ben doğarken ölmüşüm” diye bir şarkı sözü vardır ya, tamamen yanlış bir kadercilik değildir. Vahim bir trafik kazasında anne babasını kaybetmek, deprem ertesi dünyada dımdızlak kalmak ve burada sayamayacağım yüzlerce konum, biz istemeden bize biçilir. Yaşama yetimler yurdunda başlamak, istemeden dahil olduğun savaştan bir engelli olarak yaşamına devam etmek, şehit annesi olmak, dul kalmak ve bütün bunların getirisiyle yüzleşmek zorunda olmak da bize apayrı bir kıdem kazandırır. Bu da çile kıdemidir. Çile çekmek, görmüş geçirmiş olmak, yaşamımızda başlı başına bir kıdem unsurudur.
Benim adını koyabildiğim bir diğer kıdem de bilmekten doğan kıdemdir. Hepimiz yaşadığımız süre boyunca bir şeyler öğreniriz. Yaşadıklarımızdan öğrendiklerimizin yanı sıra yaşamadıklarımızdan da, aklımızı kullanarak bir şeyler öğreniriz. Kitapların sonsuz dünyası, gazeteler, televizyon, öğrenmek amacıyla yapılan geziler ve elbette başkalarının anlattıklarından çok şeyler bilinç düzeyimize erişir. Bu öğrendiklerimiz aslında kişisel deneyimlerimiz değildir, ama aklımızı ve içgörümüzü kullanarak “içselleştirmemiz”, yani sindirmemiz söz konusudur. Hayatta var olan her şey aslında bir yerde bizim de sorunumuzdur; yüzleşmiyorsak, ya yüzleştiğimizi fark edemediğimizdendir, ya da yüzleşmek için yeterli süre geçmemiş olmasındandır. Her ne ise, yaşadıklarımızdan öğrenebildiklerimiz işte dördüncü kıdemi tanımlar: Bilgi (bilme durumu) kıdemi.
Şimdi önce kendinize ve sonra diğerlerine bakın. Herkes “aklımın erdiğince” tanımadığım bu dört kıdeme az ya da çok sahiptir. İkisi kendiliğinden, ikisi de sizin gayretlerinizle ortaya çıkar. Yaşamdaki toplam kıdeminizi tanımlayan da bu dört farklı kıdemin bir bileşkesidir. Kendinizi ve çevrenizdekileri bir de bu gözle tartın, var olduklarından çok başka yerlere oturtabileceğinizi göreceksiniz.