Geçen hafta yazarların sorunlarını anlattık, yayıncılık alanının diğer dertlileri de çevirmenlerdir. Çeviri yapmak aslında çok zor iştir. Bu zorluk çeviri kaynağı olan yabancı bir dilin iyi bilinmesinden kaynaklanmaz, esas sorun çeviri yapılacak dilin iyi bilinmesidir. Çevrilecek konu bir teknik metin olduğunda işlem nispeten kolaydır. Çok fazla tıbbi çeviri yapmış biri olarak, İngilizcede kullanılan terimlerin çoğu ortaktır, ama dil mesela Almanca olunca durum değişir; zira Almanların her terim için Almancasını üretme becerileri vardır. Televizyon hemen hemen bütün dillerde aynı olsa da, Almanlar buna “uzaktan bakan” anlamında “Fernseher” der.
Ancak çevirmenin işi özellikle edebiyat alanında ya da bilimsel konularda bile edebiyata yakın dil kullanılırsa zorlaşır. Teknik dilin somut olmasına karşılık edebiyat dili duygusal kavramları aktarır. Bu aşamada çevirmen orijinal metni çok iyi anlasa bile duygusal derinliğini aktarmakta zorlanabilecektir. Beri yandan ayağa dolanan bir de özel durumlar söz konusudur. Mesela her dilde kendine göre deyimler bulunur, bunların bire bir karşılıkları yoktur. Böylelikle iş deyimlerin çevrilmesi söz konusu olduğunda iyice karışır. Bir sonuncu nokta ise, ana eserin atıfta bulunduğu kimi metinlerin daha önce Türkçeye çevrilmiş olması durumudur, çevirmen bu durumda ilk çevirileri de gözden geçirmek zorunda kalacaktır; Sabri Esat Siyavuşgil’e meydan okumanın anlamı yoktur.
Bazı kelimelerin karşılıkları yoktur
Bunun ötesi ise daha karmaşıktır, bazı kelimelerin diğer dillerde kelime karşılıkları yoktur. Yani siz çevirmen olarak neyin ifade edildiğini rahatlıkla anlarsınız, ama karşılık bulamazsınız. Bu durumda ya araştırmalarınızı derinleştirip doğru bir seçeneğe erişmeye gayret edersiniz, bu da olmazsa o zaman dip notla anlamın açıklanması, kelimenin ise olduğu gibi bırakılması gerekebilir. Biz ortaokulda Türkçe dersleri alırken bütün sınıfın ikilemde kaldığı, daha doğrusu hemfikir olamadığı bir açıklama olmuştu. Türkçe öğretmenimiz, bir kelimenin birden çok anlama gelmesini dil zenginliği olduğunu söylemişti. Bizim genel kanaatimiz ise her bir durum için yeni kelime üretilmiş olmasının daha zengin bir dil olacağıydı ki, gerçek cevabı hala bilmiyoruz.
Çeviri yapmanın yazarlıktan daha zor olmasının bir nedeni de çevirinin zamana tabi olmasıdır. Çevirmen üç yüz sayfalık kitabı teslim alır ve diyelim ki çevirmek için “dört ay” der; her gün tam konsantre biçimde düzenli bir miktar çevrilmelidir. Ama gerçek hayat böyle değildir, kısa bir grip durumu bile akışı bozar, taahhüt edilen zaman ileri tarihlere sarkmaya başlar. Bu arada başka yayınevlerinin aynı konuda başka çevirilerle beklentileri karşılaması da ayrı bir sorundur. Bir arkadaşım “çeviri yapmak beyin törpüsüdür” demişti, haklılığını teslim etmek gerekir.
Çevirmenlerin ekonomik koşulları ve yapay zeka baskısı
Ve gelelim çevirmenlerin ekonomik koşullarına, işte bu noktada sorun iyice çetrefil hale gelir. Yayınevleri genellikle iyi çevirmenlere bile layık oldukları ücreti vermeyi kabul etmez. Bunun daha kötüsü ise çeviri telifinin bir kereye mahsus ödenmesidir, oysa yayınevi aynı çeviriyi defalarca basabilir. Çevirmenini düşünen yayınevi bu nedenle yeni baskılara da ilki kadar olmasa bile belli yüzdede telif öder. Böyle bir yayıneviyle çalışma şansını yakalamış çevirmen, çevirdiği kitap sayısı arttıkça ve yeniden basıldıkça tatminkar bir ücret kazanmaya başlar; tamam sabit değildir, ama hayatını kazanmasını olanaklı kılar.
Ve derken bir başka paradoksal durum bilgisayarların çeviri yapma becerilerinin aşırı yükselmesiyle ortaya çıkar. Bizim kişisel deneyimimiz, Google Translate bilimsel çeviri yapmada, eğer ağdalı dil kullanmazsanız, bundan on yıl öncesine göre çok başarılı hale gelmiştir. Yapay zekanın istenen eseri, ödevi, mütalaayı yapar hale geldiğini de hesaba katarsanız (ChatGPT) yazarların bile geleceği tartışmalıdır.