Yeryüzündeki hakim otorite mikroorganizmalardır

Bize doğa belgesellerinde istedikleri kadar “aslanın kudreti, filin gücü, çitanın hızı vb.” gösterilmeye çalışılsın, yeryüzünde biyolojik anlamda hakim otorite mikroorganizmalardır. Bu hakimiyet sadece oluşturdukları çeşitlilik, biyolojik kütle ya da hastalandırma potansiyellerinden kaynaklanmaz, esas büyük becerileri mevcut ortam koşullarına hızla adapte olabilme yetenekleri, yani biyolojik esneklikleridir. Örneğin her açıdan tam bir besi ortamına biyolojik çeşitlilikten zengin “dengeli” bakteri topluluğu yerleştirelim, bunlar mevcut besini kullanma becerileri gereği önce dengelerini bir soyun hakimiyeti lehine değiştirirken, besin kompozisyonu farklılaştığında başka soyun hakimiyeti başlar, lakin canlılık, kaynaklar tamamen tükenene kadar mutlaka devam eder. Ama kaynaklar tamamen tükendiğinde bile, diğer canlıların beceremediği başka bir form olan “uyku halindeki” spor formları, varlıklarını aynen “uygun koşullar oluştuğunda yeniden çimlenecek bir tohum tanesi” gibi sürdürür.

Canlılık uç koşullarda da sürer

Bu anlattığımız “ortalama koşullardaki denge özelliğinin” bir de günlük hayatımızda da karşılığı olan “uçları seven” (ekstremofil) biçimi vardır. Örneğin salatalığı aşırı tuzlu ortamda (salamura) turşuya çeviren, arpa maltını yüksek basınçlı ortamda biraya çevirenler de aslında bu uçları seven bakterilerdir. Bunların yeni yeni keşfedilen formları ise binlerce metre derinlikteki deniz sularında (çok yüksek basınç) ya da volkan ağızlarında (çok yüksek sıcaklık) yaşama becerisi gösterir. Dolayısıyla mikroorganizmalar konusunda çok az şey bildiğimiz düşüncesi hatalı değildir. Aynı bilgi kısıtlılığı nedeniyle “uçları sevmenin” kaç değişik biçimi olduğu da tartışmalıdır (“uç” tanımı insan merkezli bir yakıştırmadır) . Bugün için bilinen başlıca uç ortamlar, sıcak, soğuk (bazı mikroorganizmalar sıfır derecenin altında da çoğalabilme özelliği gösterir), basınç, tuzluluk, asitlilik durumudur. Bunlara eklenebilecek diğer değişkenler ise ortam bileşenlerinden birinin fazla olması şeklinde tanımlanabilir, mesela amonyak, karbon dioksit vb. maddelerin fazla olması durumunda bazı bakterilerin çoğalması hızlanabilmektedir. Daha az bilinen ve henüz tam anlaşılamamış durum ise, derin mağaralarda yaşama özelliği gösteren bakterilerdir. Derin mağara ortamına ışık erişemeyeceğinden, bunların ana enerji kaynağı olarak neyi kullandıkları açık değildir. Enerjiyi dönüşümünde sülfürü ya da azotu kullanırlar, ama esas kaynağın ne olduğu bilinmemektedir.

Mikroorganizmalar yaşadıkları konağı da biçimlendirir

Şekil. Üç ana hücre formunun dağılımı; bitkilerin enerji sentezi yapan kloroplastları ve gelişmiş hücrelerin mitokondrileri de bakteri kökenlidir (Kaynak http://classes.midlandstech.edu/carterp/Courses/bio225/chap10/lecture1.htm).
Şekil. Üç ana hücre formunun dağılımı; bitkilerin enerji sentezi yapan kloroplastları ve gelişmiş hücrelerin mitokondrileri de bakteri kökenlidir (Kaynak http://classes.midlandstech.edu/carterp/Courses/bio225/chap10/lecture1.htm).

Yukarıda yazdıklarımızın aslında en kısa özeti; “mikroorganizmalar (bakteriler, arkea, mantarlar vb.) bütün uygun koşullarda canlılıklarını sürdürebilirler” şeklindedir. Buna karşılık (yine insandan farklı olarak) mikroorganizmalar aynı ortamda beraber yaşayabilirler. Bu yaşam biçimi birbirilerinin varlığını destekleyebileceği gibi (simbiyoz, karşılıklı fayda), birbirlerinin üremesini engellemek (antibiyotik etki, örneğin küf mantarlarının bakterilerin üremelerini bazı maddeler aracılığıyla engellemeleri) ya da etkileşimsizlik (kommensal) şeklinde de gerçekleşebilir. Daha ilginç olanı, mikroorganizmalar yaşadıkları konağın genel özelliklerini de değiştirebilirler. Rhizobia olarak adlandırılan toprak bakterileri bitkinin köküyle, bağırsak bakterileri ise bağırsakların iç örtüsüyle etkileşime girerler. Bu etkileşim “faydalı bakterilerin” konak için gereken besin maddelerini sentezlemeleri ya da konağın (bitki ya da memeli vb.) mikroorganizma için gereken ayrıcalıkları tanıması şeklinde ortaya çıkar. Ama ilginç olan, kökteki bu etkileşim bitkinin yapısal özelliklerini de (mesela yaprak biçimini) değiştirebilir (esas irdelemeye çalışacağımız da budur).

Daha önce de sözünü etmiştik, canlılar vücutlarında barındırdıkları mikroorganizmaları doğumlarından sonra annelerinden (anne sütü, doğum kanalı ve olasılıkla anne cildindeki bakteriler) ve çevrelerinden kazanır. Yumurtadan çıkan canlılarda ise durum biraz farklı olmakla birlikte prensip benzerdir, civcivin yumurta içerisindeki gelişiminin son aşamalarına doğru, kabuktaki bakteriler içeriye göç etmektedir. Buna ek olarak civciv ya da buzağı, belli aşamadan sonra toprak yoluyla mikrobiotayı transfer ederler. Nitekim hayvanların ağızlarını toprağa gömdükleri, civcivlerin ise zaten bir aşamadan sonra toprak yedikleri temel bilgidir. Dolayısıyla canlıların beslenmelerinde merkezi rolü oynayan mikroorganizmalar, aslında canlı üzerinde taşınan, ama genetik yolla miras biçiminde aktarılamayan, ama her halükarda canlının olmazsa olmaz bileşenidir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir