Geçen hafta değindiğimiz “gençlerin eğitimi ve iş sorunu” anlatmaya çalıştığımızdan ve tahmin edilenden çok daha ciddi; “eğitim alarak yükselmekten değil de, yatay giderek zaman kaybetmekten söz ediyoruz”. Bölümlerin çoğu iki yıllık olduğundan, eğer iş bulunamazsa (bu zaten dört yıllık bölümlerin de genel sorunu) yeni bölüm okumanın kapılarını açar. Eğer ailelerin imkanı varsa özel üniversite, yoksa devlet üniversitelerinden devam edilir. Açılan bunca yeni bölüme donanımlı öğretim görevlisi bulunması olasılığı olmadığına göre uygulamadan geriye iki amaç kalır, genç bireyin kendisini üniversitede okuyor hissetmesi ya da zaman kazanma. Hangi amaç gerçekleşirse gerçekleşsin sonuç sorunludur. Üniversiteden mezun olan iş aradığında, işlerin de sayısı giderek azaldığından, ama daha beteri aslında bir şey öğrenmemiş olduğunu anladığından hayal kırıklığına uğrar. Bölümü bitirerek iş bulunamayacağı anlaşılmış olduğunda ise iş olasılığı olan diğer bölümlerden birine yönlenilir. Mevcut koşullarda üniversite sınavında bir yer tutturmak yine de çok zor değildir. Böylelikle eğitime bir iki ya da üç yıl daha eklenir, peki ya sonrası?
Üniversitede kültürel ortamın zorunluluğu
Biz zaman zaman “eğitim şart” şeklinde espriye alsak da, eğitim gencin bireye dönüşmesi için fazlasıyla zorunludur. Aslında yüksek öğretim iki amacı gerçekleştirmeye çalışır (ya da öyle olduğunu düşünüyoruz). Bunlardan birincisi meslek eğitimi, bir alana hakim hale getirilip iş bulması, iş yapması ve hayatını kazanmasıdır. Ama ikinci amaç daha önemlidir, gencin sadece bilgi değil, kültürle de donanması lazımdır ki kendini ifade edebilsin. Bu ikinci amaç ben kendimi bildim bileli hep geri planda kalmıştır, açık genellikle kitap okuyarak ya da kültürel faaliyetlerde bulunarak kapatılır. Üniversitelerin bir amacı da bu kültürel ortamın sağlanmasıdır. Öğrencilere seçenekler sunulur ya da seçenekleri kendilerinin oluşturmaları beklenir. Dolayısıyla öğrenciler yeterli sayıda katılımcı bulurlarsa sosyal faaliyet kolu da kurabilirler. Bu kollar ortak iş yapma becerisinden tutunuz, kültürel derinliğin artırılmasına kadar pek çok niteliğin geliştirilmesini sağlar.
Kültür geliştirememenin “trolleşme” sorunu
Ne var ki bunların yapılabilmesi için de yol gösterenlerin, yani üniversite ortamındaki nüveyi oluşturacak “örnek eğitimci” kadrosunun bulunması gereklidir. Bu kişiler üniversitedeki işlerinin dışına çıkıp öğrencilerle kültürel anlamda da iletişime girerler. Üniversite kampusundan amaçlanan aslında bu ortamın oluşmasıdır, öğrenciler öğretim dışındaki faaliyetleriyle de eğitilir ve kendilerini ifade etme şansını yakalarlar. Çoğu işveren iş adaylarının özgeçmişlerindeki ders notlarını değil, bu faaliyetlere katılmışlıklarını ve sosyal becerilerini dikkate alır. Özellikle insan merkezli çalışan şirketlerde başarı iletişimin güçlü olmasına bağlıdır.
Bireyin kendini geliştirememesi durumunda ise açık ancak gruplaşmalarla, klikleşmelerle giderilebilir. Bu gruplaşmalar “üniversite arkadaşlıkları” değildir, kendine yeterli olamadıklarını bilenlerin oluşturdukları işbirlikleri, kollamacılık, “bizdencilik” üzerine kurulur. Dolayısıyla aslında sosyolojide karşılık bulan bir sınıf kavramı da söz konusu değildir, sınıfın oluşması kültürün varlığına bağlıdır, kültür yoksa grup ister istemez “trolleşme” eğilimi taşır.