X, Y ve Z kuşaklarının arasındaki kopma derecesine varan farklılaşmanın nedenlerini çocukluklarındaki farklılıklarla irdelemek de mümkündür. Savaş sonrası yokluk yıllarında dünyaya gelen X kuşağı için oyuncakçı kavramı genellikle olmamıştır, oyuncak pahalıdır ve dükkanları özeldir. Sadece ekonomik açıdan güçlü küçük bir kesimin çocukları oyuncakçılardan alışveriş yapma imkanı bulurlar, kısıtlı bir grubun ise Almanya’da akrabaları vardır, gelirken bir şeyler getirirler. Bu kuşak oyuncaklarını tahta, mukavva, karton, yapıştırıcı vb. gereçler yardımıyla kendileri oluştururlar, bu nedenle hayal dünyaları daha geniştir, yoktan var ederler. Örneğin bugün şehirde görmeye alıştığımız Martı olarak adlandırılan elektrikli kaykaylar, o dönemde henüz tahtadan yaptıkları rulman tekerlekli modeller halindedir.
Y kuşağında imkanlar artmış, ancak X kuşağına özgü grup halinde oyun kurma becerisi ortadan kalkmaya başlar. Oyuncaklar çocuğun kendi kendine canlandırdığı (konuşturma, elle sürme vb.) biçimlerinden elektronik programlı (mesela konuşan) ve uzaktan kumandalı modellere dönüşmüştür. Bu durum bir oyuncak piyasasının doğmasını ve büyümesini kolaylaştırır, çünkü beceri sahibi oyuncaklar oynayanın hayal gücüne daha az ihtiyaç gösterir hale gelmiştir. Bir yanda maket bolluğu yaşansa da hazırlama sabrını gösterenler azalmıştır (maketler daha çok babalarının ilgisini çeker). Oyunların önemli bir kısmı sanal dünyaya kayar, daha yarışmacı özellik gösterir. Bireysel sistemlerini almaya gücü yetmeyenler için bir süre sonra Atari Salonları açılır. “Takım” kavramı ortadan kalkar, dolayısıyla yaşamları da rekabet ve bireysel başarıya daha fazla odaklanır.
Bulut sanal erişimin artmasıyla büyür
Z kuşağında ise oyuncağa erişim sorunsuzdur, ama en yeni oyuncağın bile ömrü saatler düzeyindedir, sıkılırlar. Kendi oyuncağını yapmak, beraber oynamak gibi bir durum söz konusu olmadığından okul öncesi eğitim “faaliyet” ağırlıklı hale gelir. Çevre ve geri dönüşüm hassasiyeti ve tüketim artığının bolluğu, tuvalet kağıdı ya da havlunun sarıldığı karton ruloları ya da çorapları hedef alır. Oyun malzemesi amacıyla gazoz kapağı yerine çevre duyarlılığıyla PET şişe kapakları toplanır. Fiziksel yaratıcı güç giderek azalmaya başlasa da internetin sunduğu imkanlar çocuğu oyalamak açısından çok kullanışlıdır. Hafıza ve eylem elektronik ortama yüklenmeye başlar, sanal yaratıcı güç gelişir. Günümüzde de devam eden bu süreç “bulutu” (sanal adı Cloud) doğurur.
Doğru uyaran bulutu sağanağa çevirebilir
Bir diğer gözle, X kuşağı sokakta kavgaya girmek konusunda çekimser değildir, Y kuşağı kavganın gereksiz olduğunu düşünüp ayırmaya çalışır, Z kuşağı ise genellikle “gözlemci”(bystander) konumunda kalır. Z kuşağını yağmayı beceremeyen bir buluta benzetmemizin nedeni bu özelliğidir, en baştan sanal dünyanın, animasyonların parçası olduklarından eylemleri de genellikle sanal dünyada gerçekleşir. Ancak ait olduğu bulut çok yoğunlaşırsa mevzi sanal serpintiler gösterir (twitter cıvıltıları, Gezi olayları vb.). Oysa gözlemci (bystander) hali aslında “bakakalmak” değildir, uyaranla ilişkili geçici bir konumdur. Üstelik bu durum olumsuz uyaranlara karşı kayıtsız görünmektedir, ama olumlu uyaran olursa olumlu her şeye dönüşebilir. Sessiz Kuşak’tan kalan “Son Mohikanların” “umudumuz gençlik” sloganıyla ortaya çıkmaları o nedenle anlamsız değildir; mevzi serpintilerle yük boşaltan bulut aslında kolaylıkla sağanağa dönüşebilir.
Sorun yağmurun başlamasında değil, sele yol açabilecek olmasındadır.