İki hafta önceki zeytin konulu yazımıza çok güzel tepkiler geldi ve konu bir anda olduğumuzu sandığım noktanın çok ilerisine taşındı. Bu nedenle yazıda anlatılanların çoktan aşılmış olduğu konusunda dostane düzeltmeler aldık ve mutlu olduk. Ardından TARİŞ Genel Müdürü Güngör Şarman Basın Danışmanı Zehra Uğur aracılığıyla arayarak bilgilerini paylaşmak istediğini belirtti. Bu görüşmelerden edindiğim verleri ben de sizlerle paylaşıyorum.
Ülkemizde 140 milyon civarında zeytin ağacı bulunmakta, bunlardan genç fidanları çıkaracak olursanız yaklaşık 107 milyon ürün veren ağacımız bulunmakta. Bu ağaç envanteri dikkate alındığında bugün altıncılık noktasında olan konumumuzun 10 yıl içerisinde üçüncülüğe yükseleceği tahmin edilmekte ki, dünyadaki varlığımız daha bir hissedilir hale gelecek. TARİŞ bugün için yaklaşık 28.000 üyeden oluşan en büyük kooperatif konumunda. 38 ülkeye kendi markası altında ihracat yapıyor, son beş yıl içerisinde markalı ihracat yüzde 23 seviyesine ulaşmış durumda. “Markalı ihracat” diyoruz, zira markalı ihracat dış pazarlar dikkate alındığında gerek tüketiciye ulaşmak gerekse marka sadakati yaratmak açısından özel bir önem taşıyor. Zira geçen yazımda da belirttiğim gibi, bizim zeytinyağlarımızın aroması diğer zeytinyağlarına göre doğasından gelen özel bir yere sahip. Bütün bunlara ek olarak TARİŞ Uluslararası Zeytinyağı Konseyi’nin (IOOC) de akredite bir üyesi. İzmir’de son derece modern ve akredite bir laboratuarı bulunuyor, burada getirilen bütün numunelerin analizini “belgelendirerek” yapabiliyor ve alınan belgeler akreditasyon nedeniyle uluslararası geçerlilik taşıyor. Dolayısıyla geçen yazımda çizdiğim tablonun gerçekten çok ilerisindeyiz.
TARİŞ’in marka olarak bulunduğu en önemli pazarı bugün Japonya oluşturuyor, zira burada geçen yazımda söz ettiğim butik makarna restoranlarında bulunuyor. Ayrıca TAZE markası altında ABD’de Chicago ve ***’da, Kanada’da Montreal***de de dükkanları var. Bütün bunlara karşın TARİŞ’in ana hedefini Avrupa pazarı oluşturuyor, daha doğrusu oluşturmak zorunda. Bunun nedeni Amerikalıların yağ tüketimi geleneğinde zeytinyağının ciddi bir öneme sahip olmaması, oysa ana tüketici Avrupa. Ne var ki Avrupa’da marka olarak bulunmak, hele zeytinyağı pazarında bulunmak da kolay olmuyor. Zira AB’nin İtalya, İspanya gibi zeytinyağı üreticisi ülkelerinin doğal baskısı bulunuyor. Zeytinyağı endüstriyel ürün olarak değerlendirilmediğinden Gümrük Birliği kurallarının dışında kalıyor. Dahası deli dana krizi sırasında biz Avrupa’nın etlerini almaktan vazgeçtiğimiz için (ya da bunu da gerekçe göstererek), onlar da bizim zeytinyağımıza kota koymuş durumdalar ki, bu ton başına 1100 euro gibi bir fiyat artışı getiriyor. Ancak zeytinyağı “dökme”, yani markasız olarak satıldığında bu fon uygulanmıyor; bizim leziz zeytinyağımızı markasız olarak alan İtalya İspanya gibi ülkeler işleyerek “reexport” kendi ürünleri olarak pazarlıyorlar.
Dolayısıyla bizim zeytinyağında yapmamız gereken markalı olarak, daha doğrusu TARİŞ markası altında Avrupa’ya pazarlamayı başarmak. İşte yazdıklarım üzerine olan en önemli gelişmede bu aşamada yaşandı. Gazetemizin otuz yıllık okuru olan bir sevgili dostumuz, TARİŞ’in sızma zeytinyağı için analiz ve serbest dolaşım belgesini zaten almış olduklarını, bu belge ile “marka” olarak Avrupa piyasasına girmenin mümkün olduğunu açıkladı. Yüz yüze görüşmemizde bana aktardığı (yukarıda da sizlerle paylaştığım) veriler ve sahip olunan belgeler ışığında değerlendirildiğinde, Avrupa pazarına girmek için gereken en önemli şey, yani “pasaport” yakın zamanda alınmış durumda. Belgenin verilmesinden bir sonraki aşamada konu TARİŞ’e aktarılmış, ancak olasılıkla dikkatlerden kaçmış (ya da he ne ise). Sonuç olarak artık bir Türkiye markası olarak Avrupa pazarında bulunmamızın karşısında hiçbir engel yok. Sevgili dostumuz üstelik Dış Ticaret Müsteşarlığı aracılığıyla bu sürecin kolaylıkla aşılabileceğinin de altını çiziyor.
Yukarıda kısaca özetlemeye çalıştığım geçen haftanın zeytinyağı trafiği, önümüzdeki günlerde bir konsensus aşamasına taşınacak, herkes bu yeni işbirliğinin faydasını görecek ve ben ülkemin yağlarının Avrupa pazarında hak ettiği yeri bulmasından mutlu olacağım. Bu anlattığım bir haftalık öykü benim jargonumdaki “helva yapabiliyor olmanın” da güzel bir örneği olarak yerini buldu. Bu öykü aynı zamanda neler yapabilecek olduğumuzun da çok güzel bir özeti. Gelişmeleri sizinle yine bu sayfalardan paylaşacağız ve benzer başkalarını yaratmanın yollarını arayacağız. Zeytinyağı konusundaki çabalarımızın devamını getireceğiz.
Bir gazete yazarının en büyük mutluluğu sanırım yazdıklarının bir yere varmış olduğunu görmek. Bu hafta yazmaktan ilk defa bu kadar büyük bir keyif duydum. Elindeki çok değerli bilgileri paylaşan adı bende saklı sevgili okurumuza ve konuya doğrudan sahip çıkan TARİŞ Genel Müdürü Güngör Şarman dostumuza en derin şükranlarımı sunuyorum.