Bu hafta ricasına binaen çok sevgili büyüğüm Fethi Denizmen’in yazısını konuk yazar olarak paylaşıyorum. Diğer yazılarına aşağıdaki linkten erişebilirsiniz…
“Zihinsel ve ruhsal kölelikten uzak bireylerin oluşturduğu toplumlar tüm güzellikleri yaşayabilecektir.”
Yaşamakta olduğun hayatın anlamı nedir diye düşünmüşsündür elbette, kendini de sorgulamışsındır belki nasıl bir hayat yaşıyorum diye, kendinin belirlediği bir hayat tarzını mı, yoksa başkalarının ya da toplumun sana dikte ettiği hayatımı tercih ettin hiç sorgulamadan.
Ezbere dayanan, deneylerden uzak eğitim sistemlerden geçerek atılmışsan hayata, sadece sana verilenlerle yetinmişsen, ders kitapları dışında ülkenin ve tüm dünyanın yazarlarını okumak gibi bir alışkanlığın olmamışsa, merak etmemiş ve sorgulamamışsan nedir bu dünyanın hikayesi ve hayatın anlamı diye, işte o zaman hem yaşadığın hayat hem de ruhun kabullenici olmuş demektir.
Ne dersin, düşünelim mi, sen hiçbir biçimde zihinsel faaliyette bulunmadan sadece bedensel güçlerini kullanarak mı bir hayat sürmektesin? Aklın kendin için neyin iyi olduğunu belirlemek yerine, ruhuna hükmedenler tarafından belirlenen bir hedefi “normal, doğal ve iyi” olarak arzulamaya, görmeye ve onun peşinden gitmeye mi programlandı.
Sanırım sormak istersin şu anda kendine acaba benim ruhum köleleşmiş mi, ya da giderek köleleşmekte mi diye. Bilinmeli ki kurumsal olarak uygulanan fiziksel kölelikten daha yaygın ve zararlı olan ise zihinsel kölelik olduğu bir vakıadır.
Hayatı sorgulamamış, merak etmemiş, okumayı sevmemiş, bir şekilde kendini çaresiz ve zayıf hissetmiş olan kişi hayatta kalmak için çevresindekilere bağımlı hale gelmiş demektir. Güçlü kişiler onda aşağılık kompleksi de yaratabilmekte, bir bakıma alışkanlık ya da bağımlılık hali oluşmakta, güçlüler ne diyorsa doğrudur diyen köleleşmiş ruhu da güçlülere biat etme noktasına gelmektedir.
Geniş açıdan bakışla sömürgeci emperyal ülkelerin yaptığı da işgal ettiği ülke halkının önce beyinlerini yıkamak, devamında akıllarını, ruhlarını köleleştirerek çok uzun yıllar istedikleri gibi, empoze ettikleri şekilde yönetmişlerdir. Kendi ülkelerini zenginleştirirken, onları köleleşmiş ruhları ile gelişmemiş ülke ve insanları olarak bırakmışlardır. Emperyalizm ve neo-liberalizm yaygın medya gücü, propaganda bombardımanları ile yarattığı zihinsel kölelikle istediklerini alabilmekte ve giderek zenginliklerini idame ettirebilmektedirler.
Hem Batı hem de Orta Doğu ve Afrika ülkelerinde bulundum, kültürleri ve anlayışları, yaşam tarzları ile çok farklılıklar gözlemledim. Gözlemlerimden ve bana anlatılanlardan edindiklerim emperyal güçler beyinleri yıkarken din faktörünü de çok iyi irdelemiş ve bunu kendi hükümranlık lehlerine çok iyi kullanmış olduklarıdır. Hedef topluma zihinlerini kullandırmamayı sağlamak, sorgulamayan, merak etmeyen zihinleri ve ruhları köleleştirerek, yönetenlerin dikte ettiği zihinlerin peşinden gidilmesini sağlamak.
Çok duyduğum sözlerden biridir “ büyüklerimizin mutlaka bir bildiği vardır ki böyle uygulama yapılıyor” diye, dünyayı tanımaya yeni yeni başladığım çağlarda, sorduğum sorular karşısında aldığım cevaplardı bu söylem genelde. Büyüklerden kasıt ülkeyi yönetenler. Toplum adına düşünen, kararlar verenler varken zihinler niye sorgulayıp yorulsun, okuyup aydınlansın, merak edip bilgiye ulaşsın ki.
Bugün laikliği, insan hakları, hukukun üstünlüğü, demokrasi konularında belki de gıpta ile baktığımız Avrupa toplumları da Orta Çağ zamanlarını tam bir Kilise ve Ruhani Liderlerin yarattığı zihinsel ve ruhsal kölelikle geçirmiştir ta ki Aydınlanma Çağına ( 1685-1815) kadar.
Eğer düşünmeyi, kendi olabilmeyi özgürce bilerek, hayatı dünyayı sorgulayarak, okuyarak yetişmeyen, dinini tam olarak bilmeyen insanlar dinin bir güç olarak kullanılmasının, zihninin köleleşmesinin de farkında olmayabilirler,.
Dokuzuncu yüzyılda İslam dünyasının en ünlü aydınlarından Farabi’nin sözü unutulmazlar arasındadır; “İnsan ahlakının temeli bilgidir, çünkü akıl iyi ile kötüyü ancak bilgi ile ayırır.”
Bir Dünya klasiği, Rus roman yazarı Dostoevski Sibirya’da dört yıl kadar süren sürgün hapis günlerinden derlediği “Ölü Evinden Anılar” kitabında, mücadelenin ve umudun öyküsünü anlatırken hapishanedeki bir köpekle, insan ilişkileri üzerine gözleme dayalı yaptığı deneyle vardığı sonuç şöyle özetlenebilir;
Dostoevski köpeği takibe alır ve yanından geçerken her mahkum tarafından tekmelendiğini gözlemler…
İlginç olan, köpeğin mahkumlardan kaçmaması ve yanına bir mahkum yaklaştığında otomatik olarak eğilerek tekme pozisyonu almasıdır…
Köpeğin her yanından geçen mahkumun köpeği tekmelemesi otomatik hale gelmiştir.
Dostoevski de, bir gün köpeğin yanına yaklaşır ve başını okşamaya başlar…
Köpek bir süre şaşkın şaşkın ona baktıktan sonra, hızla yanından uzaklaşır ve acı acı havlar…
Önüne gelen mahkumun tekmelediği köpek, o günden sonra nerede Dostoevski’yi görse kaçar ve ona bir daha asla yaklaşmaz…
Köpeğin tekme atanlardan kaçacağı yerde başını okşayan Dostoevski’den kaçmasının bir psikolojik açıklaması vardır elbet!
“Kötülüğü hayat şartı kabul etmiş canlıların sevgiyi, kardeşliği, paylaşmayı görünce çok büyük şaşkınlık yaşamaları ve afallamalarıdır bu…
Ruhu köleleştirilmiş bu köpek sevgiye açtır… İnsanlar için de geçerlidir bu…
Bazen kötü davrandığınız insanlar size tapar bazense iyi davrandıklarınız sizden nefret eder…”
Zihinsel ve ruhsal kölelikten kurtuluş:
Bir başka realite de, tarihin akışı içinde, az gelişmiş ülkelerin insanları, düşük gelir düzeyi ile kıt kaynaklarını öncelikle beslenme ve barınmaya vermek zorunda olduklarından, eğitim noksanlığı, okuma azlığı da zihinsel itaat, biat ve köleleşmeyi de peşinde getirmesidir. Devletin, yönetenlerin halkın mutluluğu, eğitimi üzerine uygulayacağı politikalar kısmen de olsa özgür düşünceyi, sorgulayıcı felsefeyi ve merakı geliştirebilecektir, tabii kuvveden fiile çıkartılırsa.
Himalayaların ötesinde bir küçük ülke, BHUTAN, bireysel mutluluğu geliştiren bir sistem kurmuş; “ Gayrisafi Milli Mutluluk, Gayrisafi Milli Hasıla’dan daha önemlidir” felsefesini esas almış olup incelenmesinde fayda görülebilir.
Özgürleşmek, net düşünmek ve zihnimizin zihinsel köleliğinin ötesine geçmek için, kendi düşüncenize bile meydan okumak, düşüncelerinize dikkat göstermek, neyi tanımanız, neyin ne olduğunu bilmeniz, düşüncenizin egonuz tarafından ne zaman bozulduğunu fark etmeyi öğrenmeniz fayda sağlayabilecektir.
Kuantum düşünce ve felsefesi dediğimizde, özünde yaratıcı düşünce ve sorgulayıcılık vardır. Bu düzey yükseldikçe hayatını yöneten başkalarından ziyade sen olabilirsin. Bu düşünce tarzı belleğini ve bilinçaltını tetikleyerek zincirleme etkileşimler reaksiyonlar yaratabilir.
Bilim, sanat, edebiyat, felsefe, müzik, her anlamda her alanda demokrasi, düşünce özgürlüğü, hukukun üstünlüğü, başta kadınlar olmak üzere insan hakları, milli gelirin adil bölüşümü, refahın arttırılması, çalışmak çok çalışmak ve çok üretime dayalı, insani ilişkilerde doğruluk, vicdan, saygı ve vefa, hurafelerden uzak, hep aydınlığa koşmakla mümkündür zihinsel ve ruhsal kölelikten kurtuluş.
Zihinsel ve ruhsal kölelikten uzak bireylerin oluşturduğu toplumlar tüm güzellikleri yaşayabilecektir.
Yaşamak Ne Güzel Şey
Anlayarak, bir usta, kitap gibi
Bir sevda şarkısı gibi
Bir çocuk gibi şaşarak yaşamak…
Yaşamak birer birer ve hep beraber
İpekli bir kumaş dokur gibi
Hep bir ağızdan sevinçli sevinçli bir destan okur gibi
Nazım Hikmet