Bir süreden beri Fransa’da yaşanmakta olan ve hemen ardından diğer Avrupa ülkelerine yayılan olaylardan bizim adımıza da çıkarılacak çok fazla ders bulunmakta. Bu olaylar her ne kadar Avrupa’nın “ikinci sınıf” olarak adlandırmayıp, aslında tavır olarak ikinci sınıf olduğunu kabullendiği üçüncü ve dördüncü kuşak göçmen torunlarının tasarrufu olarak görünse de, konuyu bu kadar düz bir mantığa indirgemek sanırım biraz safdillilik olacaktır. Daha çok Müslüman ve siyah ırkın öncülük ettiği, ama beri yandan bakıldığında mutlaka beyaz yandaşları tarafından da destek gören bu hareket, kısmen din temelinde kısmen de dar ekonomik imkanlar temelinde filizlenmekte, ama aslında sosyokültürel dışlanmışlığın, daha doğrusu Avrupa kültürüne adapte olamamışlığın bir sonucu olarak görünmekte. Bu açıdan bakıldığında ne Fransız devrimiyle ne de Avrupa aydınlanma hareketiyle bir benzerliği var, benzerlik daha çok İstanbul 6-7 Eylül olaylarıyla kurulabilir.
Günümüzde sömürgecilik ve sömürge devletler yönetimsel olarak son buldu, ancak fiilen sonlandığını da kimse ileri süremez. Zamanında Avrupa’nın sömürgesi olan, daha sonra kuralların yumuşamasıyla Avrupa ülkelerine göçen nüfus, orada da her zamanki ikinci sınıf işleri üstlendiler. Bu süreç halen Amerika için de işlemekte. Amerika ırklar arasındaki uçurumu nispeten, en azından hayatın sahnelenmesi aşamasına giderebilse de, Avrupa kendine düşeni yapamadı. Ne var ki sosyal güvenceler açısından daha gelişmiş gibi görünen Avrupa toplumları, zaman zaman yaşadıkları sıkıntıları bu kez bir kitle nefreti içerisine pompalamayı önleyemediler. Sonuç beş bin arabasının yakılması ile özetlenebilecek bir başkaldırı hareketi, binlerce tutuklu, ama başkaldırının neye karşı olduğu da açıklığa kavuşmadı. Daha iyi yaşam koşulları, daha fazla iş daha fazla para daha iyi eğitim mi gerçekten hedeflenen, yoksa yıllardır biriktirilmiş olan hıncın en kısa yoldan ifadesi mi? 6-7 Eylül olaylarını çağrıştıran özellikler de zaten bu sorunun cevabını aradığımda gözlerimin önünde seriliyor.
Biz ne kadar haklar ve paylaşımlar açısından adil bir dünyanın hayalini kurarsak kuralım, bu yaşam formunun bir ütopya olduğu aşikar. Bekli de bundandır, sosyal demokrasinin yerleşmesi için çalışmak hala idealizmin bir uç hedefi olarak parıldıyor. İç yapıları açısından daha homojen, beri yandan uç hareketler doğurmak açıksından da bir o kadar donuk olan Kuzey Avrupa’yı bir yana bıraktığınızda, benzer bir hareketin İtalya ya da İspanya’da gerçekleşmesi ya da bu ülkelere de sıçraması bile çok zayıf görünüyor. Çünkü İkinci Dünya Savaşı’nda karşı cephelerde savaşmış olsalar da dünya görüşleri açısından aslında fazlaca farklı olamayacak Fransa ve Almanya, içlerinde barındırdıkları yabancıları, vatandaşlık verseler de aynı şekilde ağırladılar. Kanunlara yansımamış olan bir sınıfsal ayrım, Başbakanımız ne kadar türbana dayandırsa da, dini görüşlerden çok daha ağırdır. Dünya algıları “biz gerçek vatandaşlar” ve “diğerleri” olarak ayrılan toplumlar böyle gerilimleri yaşamaya fazla yabancı olmasa gerek.
Benim hafızam ihanet etse de birkaç yıl öne Taksim Meydanı’nda yaşananlar hatırlatıldığında, ezilmişlik, itilmiş kakılmışlıktan çok, gelecek beklentisi olmamasının temel sorunu yarattığını görebiliyorum. Gelecek beklentisi olmayanların bulabileceği en kolay çözüm olan bugünü kurtarma taşkınlığı, zamanında 6-7 Eylül’ü körüklemişti, Fransa’daki hareketin de bundan daha fazlasını hak etmesi beklenmemeli.
Benzer bir hareketlenme Türkiye’yi de kapsar mı, doğrusu bu olasılık çok zayıf. Birincisi bu hareketin ülkeler arasında bulaşıcılık kazanabilecek felsefi bir boyutu yok, bir haklar ve özgürlükler hareketi değil, aslına bakarsanız bir sınıf, din (daha doğrusu yakıştırıldığı gibi türban), hatta etnik yapı hareketi de değil. Diğer yandan baktığınızda, “başarısını” giderek daha büyük bir şaşkınlıkla izlediğim “12 Eylül depolitizasyonu”, bizde benzer bir hareketin oluşmasını en az on yıl daha önleyecek, haklı bir eylem bile olsa geciktirecek.
Avrupa bu hareketi ne kadar bastırmayı başarsa da, bundan sonrasında eski dünya yaklaşımını terk etmek zorunda olduğunu da artık anlamalı. New Orleans fiyaskosunu bir kenara koyacak olursanız, Amerika’nın farklı etnik ve dini unsurları aynı çatı altında toplama becerisini daha iyi incelemesi, beri yandan kendine ait bir 6-7 Eylül sürecini nasıl yarattığını iyi irdelemesi gerekiyor.