Sakıp Sabancı İstanbul’da

“Hadi istersen seninle Sakıp Amca’nın evine gidelim” dediğimde hamburgerinin sonunu kemiriyordu. “Sonunu yemesem olur mu?”, “Elbette”, dedim, “doyduysan yemene gerek yok”. Yeme alışkanlığı henüz bana çekmemişti, belki de bize öğretilen “tabağında geride bir şey bırakma” öğretisinden pek nasibini almamıştı ondandır diye düşündüm, ama benim gibi hamburgeri kenarlarında yemeye başlayıp en sonunda soslu ve etli kısmını yiyen biri de değildi, kim bilir belki de hamburgerle tanışıklığı sadece bana ait bir lüksüydü de henüz kavrayamamıştı.

Atlı köşkün büyük bahçesinden yukarı tırmanırken yeniden söze girdim, “bugün burada Picasso Amcanın sergisi var, onu Sakıp Amcan biz görelim diye getirtmiş”. Aslında söylediklerimin bütününü olduğu gibi algıladığının farkındaydım, ama anlatmak istediklerim de aslında olduğu gibiydi. “Sakıp Amcan varlıklı bir insandı“ dedim, “ama bizi onun maddi varlığı değil, manevi varlığı ilgilendirir. Parayla satın alabileceklerin ve alamayacakların vardı. Daha çok para verirsen simit yerine yemek yiyebilirsin, daha çoğuyla daha iyi bir yemek de yiyebilirsin, ama her halükarda karnını doyurmuş olursun. Ama beri yandan daha az para vererek o yemeği kendin de pişirebilirsin, hatta o pişirdiğin yemeği başkalarıyla da paylaşabilirsin”.

Daha sonrasını ise içimden söylendim. Zengin olmadıklarını düşünenler, zenginliğin ne demek olduğunu hiçbir zaman bilemezler. Onlar iyi bir şeyler yapmak için hep para olması, hem de çok para olması gerektiğine inanırlar. Altlarında en son model arabalar olsun isterler, oysa bu şehir kalabalığında araba çoğu kez yük haline gelir ve en iyi araba en kötü arabayla aynı zamanda varır gidilmesi gereken yere. En güzel ve manzaralı evi arzularlar, ama denizin kenarından geçmelerine rağmen bir kez olsun başlarını çevirip mavi suları görmesini bilmezler. Hep en uzak yerlere gitmeyi düşlerler, ama evlerinin yanındaki sokağa bile bir kez girmişlikleri yoktur. Ve en sonunda zannederler ki bu saydıklarım sadece paraya tabi şeylerdir. En iyi evlerde oturmak, en iyi arabayı sürmek, hem görece bir kavramdır, ama beri yandan olsa bile içini dolduracak adam ister. Sen bunların hiçbirine sahip olamasan bile öyle biri ol ki, onların içini sahip olmasan bile doldur, bence zenginlik budur, meziyet budur.

İçimden söylenmeye devam ettim; geçenlerde Cem Boyner’in fotoğraf sergisine gittim, hep yaptığım üzere görüşlerin yazılması için ayrılmış defteri büyük bir keyifle okudum. Ziyaret edenlerden biri ne yazmıştı biliyor musun, “bende de sendeki para olsa daha iyisini çekerdim”. İşte kızım sen nasıl biri olacaksın bilmiyorum ama böyle biri olmaman için elimden geleni yapacağım. Adam yapılanların hepsini paraya endekslemiş sürdürüyor yaşamını. Olasılıkla bir kere bile fotoğraf makinesi tutmaya soyunmamış eller, eline kalem geçer geçmez bunları yazabiliyorsa bir sorun var demektir, gerçekten daha iyisini çekebilse bile. Acaba bu sergiye gelse ne yazacaktı diye geçirdim aklımdan da gülümseyemedim bile.

Evin yokuşu döne döne çıksa da yine de dikti, “Baba Sakıp Amca neden öldü?” diye sordu bu kez, “bilmem” dedim. Evine gideceğimiz birini soruyor olmasının doğal olduğunu ancak anlamıştım. “Sakıp Amcan yaşlandı ve öldü dedim, ama evini müze yaptığı için ölmüş sayılmaz, bence hala yaşıyor, hatta bu haftalarda özellikle de İstanbul’da, burada, bir zamanlar müze yaptığı için kızdığım bu evinde aslında”.  Sonra yorulduğunu anladığım bakışlara atfen kucağıma aldım. “Şimdi de Picasso Amcanla tanışacaksın. Onu buraya getirmek için Sakıp Amcan çok uğraştı. O nedenle sergiyi dikkatli gez. Sonrasında kek bile yiyebiliriz.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir