Su sıkıntısının nedeni bizim yaptığımız hatalar

Arşivimize baktık, en son 2 Haziran 2007 tarihinde yazmışız; “İstanbul’da susuz yaz, salgın hastalık demektir” başlığıyla, yani yaklaşık bir yıl önce. O zamanlar konuştuğumuz komşumuz lokantacı Mehmet “hocam bunlar çözerler” diyordu. Bugün ne düşündüğünü bilmiyoruz, ama mutlaka sorup öğreneceğiz, acaba hala yastığının altına ayda 300 dolar koyabiliyor mu? Arada Melen Çayı’na boru döşeme projesi gerçekleştirildi, lakin çasy sanki suyu başka coğrafyadan alıyor, o da kurudu. Bir milyar küsur YTL’ye döşenen boru bugün işe yaramıyor, susuzluk yine kapıda. Lakin bu yazının hedefi elbette İstanbul Büyükşehir Belediyesi değil. Hemen hemen hiç yağmur yağmayan bir ilkbaharın sorumlusu Belediye olamaz. Ne var ki bu yazının hedefi hata yapmakta ısrar eden, hatayı başka bir hatayla gidermeye çalışan zihniyet, bu zihniyetin yaptıklarının büyük bölümü de Recep Tayyip Erdoğan’dan Kadir Topbaş’a devamlılık gösteren belediyecilik anlayışı çerçevesinde gelişti.

Sultanbeyli İstanbul’un su havzasıydı, bugün ise kuraklık nedeni

İstanbul 20 milyona yaklaşan nüfusu nedeniyle olağanüstü kalabalık bir yerleşim merkezidir. Buranın su ihtiyacının nerelerden karşılanacağı en az 80 yıl önce belirlenmiştir, en az bu kadar eskidir, zira göllerin akarsuların yerlerini değiştirmek mümkün olmadığından plan zaten ona göre yapılmıştır. Ne var ki son yıllarda giderek artan göç şehrin nüfusunu beklenenin çok üzerinde artırdı. Kısa bir süre öncesine kadar, gecekondulaşmayı seçimde bir oy toplama yöntemi olarak belleyen zihniyet, kaçak yapılaşmayı meşru hale getirdi. Örneğin bugün başlı başına bir şehir haline gelen Sultanbeyli, aslında İstanbul’un su havzasıdır. Burada kaçak yapılaşmaya müsaade edilmesi yukarıda sözünü ettiğimiz “devamlılık” içerisinde ortaya çıkmıştır. Bölgeye kurulan kanalizasyon şebekesi, yağmurlarla gelen suyu ister istemez göllere değil, denize taşımaktadır. Nüfus artışı zaten su gereksinimini artıran bir unsurken, buna ilişkin yapılaşmanın bir de su havzalarında yapılması meselenin üzerine tüy dikmektir.  Bu durumun akılla açıklamak mümkün olmadığına göre, “vatandaşın demokratik gecekondulaşma hakkının korunmasının” bugün geldiğimiz noktanın önemli nedenlerinden biri olduğunu vurgulamak zorundayız.

İstanbul çölün ortasında bir vaha değildir, üç taraftan denizlerle çevrili bir coğrafyadadır. Elbette deniz suyunun doğrudan kullanılması mümkün değildir, ancak en azından su mevcuttur, arıtma işlemi için gerekli olan altyapının hazırlanması ile pahalı da olsa temiz su elde edilebilir. Bir yıl önce de aynı şeyi yazdık, yine vurguluyoruz, bu dikkate alınması gereken bir seçenektir, zira dünyada uygulamada olan örnekleri mevcuttur.

Ormanları talan etmek kuraklığa kapı açar

Bugün için hepsinden önemlisi, suyun dikkatli kullanılmasıdır. Geçen yıl İstanbul Belediyesi ve TEMA bu konuda gerekli uyarılarda bulundu. Birileri anladı, ancak çoğunluk suyu kaygısızca harcamayı sürdürdü. Bugün varılan nokta da farklı değildir. Yaşamsal olan kaynaklar limitine erişti. O halde yapılması gereken söz konusu kampanyanın tekrarlanması, beri yanda suyun fiyatını artırarak değerinin olması gereken noktaya çekilmesi, fakat üstüne yatılmayıp bollaşmasının ardından düşürülmesidir.

Bulutların bu coğrafyaya yağmur bırakmamasının en önemli nedeni ormanların ortadan kaldırılmasıdır. Çok kısa süre önce villa yapımı için ormanların nasıl katledildiğine hep birlikte şahit olduk. “Orman vasfını yitirmiş” aldatmacasıyla bu yolun önünün nasıl açılmaya çalışıldığını, Antalya’da golf sahası yapmak uğruna (üstelik çıplak arazi varken) nasıl orman talanı yapıldığını hepimiz biliyoruz.

Daha ne diyelim, insanlar aklını yitirmişse bulutlar ne yapsın?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir