Adalet ve Kalkınma Partisi Hükümeti’nin son seçimlerden bu yana gerçek politikalar yaratmak ve yürütmek konusunda ne kadara kısır kaldığını hayretle izliyorum. Gerçek politikalar dediğim zaman lafı yuvarladığımı sakın düşünmeyin, benim gerçek politikalar şeklinde yorumladığım “istihdam yaratan, toplumun bireysel refah düzeyini artıran ve beri yanda sürdürülebilir” politikalardır. Durum böyle olunca memlekette başka dert kalmamış gibi durup durup türbanı ısıtmak, Merkez Bankası’nı ve diğer bankaları taşımaya kalkmak, ortaya çıkan gerilim ortamından nemalanıp hitabet sanatının üsluplarından medet ummak en kolay yol olarak görülüyor.
Oturduğum yerin yakınlarında bir esnaf lokantası var, eve giderken ara bir uğrar çorba içerim. Buranın ortağı kardeşim koyu bir Karadenizli. Bağlayacağım noktadaki muhabbetler de eski dostluğumuza atfen yeşerdi. “Bırak hocam satsınlar” dedi bir akşam. “Neyi satsınlar” diye sordum, “ne varsa satsınlar” dedi, “Boğaz’daki köşkleri satsınlar, köprüleri satsınlar, nehirleri satsınlar, nasıl olsa toprak bizim.” “Mehmet” dedim, “onlar bizim değil ki zaten, onlar çocuklarımıza vereceğimiz emanetler!” “Boş ver hocam” dedi, “ben her ay bir kenara üç yüz dolar koyuyorum, ekonomi gayet iyi”.
Herkesin ekonomik alandaki beklentileri kendine özgü, herkesin başarı kriteri farklı. Benim başarı kriterim de son yıllarda kökten değişti, yeni kriter “daha ne kadar çok insanı kömür yardımına muhtaç olmaktan kurtarırız”. “Bu yıl kaç insanı yardıma muhtaç olmaktan kurtardık” kriteri benim ekonomimin en önemli göstergesi haline geldi. Nedeni gayet açık, Türkiye’de şu an aşırı şişirilmiş bir ekonomik ortam var, ortalama algı düzeyine sahip her vatandaşımız, parlatılarak sunulan ekonominin son derece “kırılgan” olduğunu zaten biliyor. Zira “özelleştirme” dediğimiz satışlardan gelen para, toplumun bütününe yansımıyor. AKP, ekonomiyi kendi paydaşları içinde çeviriyor, kendi kaymak tabakasını yaratıyor, üstelik tabanını oluşturan yandaşları bile umurunda değil. Özelleştirmenin amacı iyi işlemeyen eskimiş ve hantallaşmış kurumları “etmesi gereken değere (yok pahasına değil)” satıp, gelen parayla daha iyilerini kurmak olacakken, biz paranın çoğunu plaza, “rezidans”, kaldırım ve iş merkezi yapımına, yani inşaata harcadık. Bunca yılın özelleştirmesinde kurulan ya da geliştirilen yeni bir fabrika yok. Zira AKP’nin yarattığı sermaye akımının en kolay çekim noktası gayr-ı mülk alınması, en iyi bildiği sektör de inşaat. Üretime yönelik yatırım yapma düsturu bulunmayan bir anlayışın, kolay gelen parayı “realize etme” (cebe indirme) kriteri budur.
Bunların son örneğini Göztepe’deki Meteoroloji Müdürlüğü’ne ait arazide yaşayacağız. Bilmeyenler için tanımlayalım, İstanbul’un emsalsiz semtlerinden olan Göztepe’nin ortasında “meteorolojik ölçüm” mantığı gereği ayrılmış “çok geniş” (on beş bin parsellik) bir arazi bulunmakta. Bize söylenen bu arazinin ihalesiz şartsız AKP’nin doğrudan ortağı sayılabilecek Taşyapı’ya aktarıldığı. Arazi öylesine büyük ki, burada kırk dokuz katlı binalar yapılması bile mümkün. Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk, her ne kadar yürütmeyi durdurma kararı için çırpınsa da, bizim gördüğümüz önceki filmler, bilinenin okunmaya devam edileceğini gösteriyor. Bunu takip edecek bir sonraki aşama ise, Bağdat Caddesi üzerindeki Tarım İl Müdürlüğü’ne ait arazinin birilerine “kar olarak realize edileceği”.
AKP Hükümeti son seçimden bu yana mantıklı politikalar üretebilme yeteneğini yitireli beri, Başbakan hitabet yeteneğinden prim alma çabalarını işte bu gerekçelerle artırdı. Amaç belki de olası bir krizi bizzat körükleyip, durumu başkalarına (geri kalanların bütünü) ihale edip sıyrılmak. Üstelik aklının erdiğini düşündüğüm insanlar bile bu zaafı “politika gereği” sayıyor.
Sevgili okurlarım, bu tarzın politikayla, manevrayla ilgisi yok, bunun adı olsa olsa “top çevirme, dar alanda kısa paslaşma” olur. Başbakan da dahil hiç kimsenin devletin valisini “kömür dağıtmakla görevlendirme” yetkisi yoktur. Bizim hedefimiz muhtaca kömür dağıtıp ısıtmak değil, olsa olsa kömürü kendi parasıyla ve göğsünü gere gere alabilecek düzeyi sağlamak olabilir. Zira sadece kömürünü kendi olanaklarıyla alabilecek bir vatandaş kimseye müdanası olmadan oy verme özgürlüğüne sahip olabilir.
Biz ulufe değil devlet, ümmet değil millet istiyoruz. Hem de herkes için.