Bundan yıllar önce muhtemelen herkesin de kendine sorduğu soruyu ben de kendime sormuştum. Soru aslında son derece basitti: “Beni kim yetiştirdi?” Doğru, soru çok basitti ama, cevabı son derece karmaşık ve karışıktı. Çünkü o zamanlar bu sorunun bir tek cevabı olması gerektiğini düşünecek kadar cahildim ve verebildiğim cevap da “önce ailem, sonra da mezun olduğum lise, yani İstanbul Erkek Lisesi” olmuştu. Ama ne yalan söyleyeyim o zamanlar “yetişmek” kelimesinin anlamı da daha ziyade öğretim çerçevesinde şekilleniyordu. Ben ailemden temel bir takım özellikleri almakla birlikte, geri kalanı lisenin katkıları olarak görünüyordu.
Sonra aradan zaman geçti, aynı soruyu bir daha sorma gereksinimi duymadım. Cevabı bulmuş olduğum düşüncesi yerinde durmakla birlikte cevaplanması gereken başka detaylar olduğu da sonradan şekillenmeye başladı. Artık aynı soruyu sorsam da o kadar kesin cevaplar veremiyor, “katkısı bulundu” şeklinde genellemeler yapıyordum. Derken bundan kısa bir süre önce, cevap bir gece ansızın kendiliğinde şekilleniverdi. Birincisi, benim ilk soru olarak dile getirdiğim “yetiştirdi” kelimesi zaten başlı başına eksikti, yıllar önce “yetişmek” kelimesini “daldaki bir armut gibi olgunlaşmak olmak şeklinde hatalı yorumlamış olduğumu fark ettim. Armut olgunlaşınca toplanıveriyordu, oysa insanın yetişmesi, olgunlaşmaktan öte, muhtemelen ölümüne dek devam eden uzun bir süreçti. Dün yaptığım yorumların, bugün geçerliliği kalmadığı gibi, bu “geçerlilik” değişimi bakış açısının değişmesinden değil, bilgi ve görgü birikiminin artmasından kaynaklanıyordu. Dün dilenciye kızıp geçerdim, sonra seçerek (nasıl bir kriterse) sadaka vermeye başladım, lakin bugün artık bana avuç açan birinin “değerlendirilemez” olduğunu görüp (el açması yeterlidir) üç kuruş ya da bir simit, hepsine vermeye başladım. İşte yetişmek dediğim de buydu, yani biz sürekli yetişmeye devam ediyor, tekamülümüzü (gelişimimizi) sürdürüyorduk.
O halde yıllar önce verilen sorunun cevabı daha da karmaşık hale gelmişti. Lakin karmaşıklık aynı zamanda daha çok parametre demektir ve çözümsüz olduğu sanılan sorunun aslında son derece basit bir cevabı olduğu anlamına da gelebilir. Benimkisi de öyle oldu. Sorunun çok sayıda, ama bir mantık çerçevesinde şekillenen basit cevapları olduğunu anladım. Beni elbette önce annem ve babam yetiştirdi, dürüstlüğü, yardımseverliği ve çalışmayı babamdan öğrendim. Annem ve teyzelerim benim yaşama keyfinin farkına varmamı sağladılar, bunu beni sokağa çıkararak, sinemaya götürerek, mantı açarak farkına varmadan yaptılar. Vatan sevgisine dair tohumlar daha ilkokulun ilk haftasında (gariptir dün gibi hatırlıyorum) Neriman öğretmen tarafından atıldı. Sonra beni İstanbul Erkek Lisesi aldı, eğitim ve çalışma disiplininin ne olduğunu anlatmakla kalmadı, yabancı dilden tutun, sosyal bilgiler, matematik, fizik, müzikten çıkın, her konuda donattı. Çoğunu unuttum, ama o bilgilere nasıl ulaşmam gerektiği konusundaki “anahtar donatı”yı hiç unutmadım. Derken üniversite eğitimi geldi ve insana dair bilgileri öğrenmeye başladım, bunu hocalarım ve hastalar yaptı. Mecburi hizmete gittim, bilgiler genişledi ve çeşitlendi. Zaman zaman şansım yaver gitti, Nezih Demirkent gibi olağanüstü eğitmenlerle de karşılaşma fırsatım oldu. Ama benzer öğretileri bana Adile Naşit, Münir Özkul, Hulusi Kentmen ve burada adını sayamayacağım kadar çok kişilik, senarist ve yönetmen de dolaylı olarak sundu.
Nitekim karmaşık soruya bulduğum basit ama çoklu yanıt da buydu. Eğitim halen sürmekte, sabaha “günaydın”la başlayıp karşılaştığım herkes, istemeden kulak misafiri olduğum bütün diyaloglar, gazetelerin geçin köşe yazarlarını, üçüncü sayfalarından ölüm ilanlarına kadar yazılan bütün detayları bu eğitimi sürdürüyor. Ben bunları aldıkça, bilgim ve beraberinde gelişimim devam ediyor.
Şimdi aynı analizi sizden de rica ediyorum, peki ya sizi kim yetiştirdi?