Bu satırlarda size yazdıklarımın arkasında hakim olan duygu daha iyinin yapılabileceğine olan katıksız inançtır. Ama inanç dediğiniz şey eylemle birleştirilmediği sürece, işe yaramaz bir hayalin ötesine geçemez. İşte bundandır, ben lafta kalınmamasına, gerekenin bilfiil yapılmasına inanırım. Yine de arka planda kalan garip bir çelişki vardır, bu çelişki genelin herhangi bir şeyden beklentisi olmazken, konuşmak, eleştirmek dışında elini taşın altına sokmazken, bu kadar anlayış farkının içine sokulup açılması gereken kalıptır. Eksik kalan, adı konamamış olan nedir, ben de düşünür dururdum. Son bir toplantıdaydı; ben dört kere arayıp, altmış kişi geleceğini hesaplayıp da, sayı yirmide kalınca; ve derken çok sevgili bir arkadaşım, “bunlar romantik hareketler, bir de hayatın gerçekleri var…” diye laf-ı güzaf buyurunca, eksik parça da birden yerine kondu. “Doğru” dedim, “biz romantiğiz, ama bu masa etrafında toplanan bunca kişinin ortak tek noktası varsa, o da romantizmdir.” Artık rahatlamıştım, eksik parça bulunmuş, olması gereken yere konulmuştu.
Velhasıl biz romantiğiz sevgili okurlar, hem de sapına kadar romantiğiz. Biz nedendir kimsenin aklı ermez, saf bir sevginin yalnızlık yasasına tabiyiz. Biz hala iyi şeyler olacağına inanırız, ama gerçek romantikliğin tabiatıdır, biz üstüne üstlük bunun için çalışırız. Biz romantiğiz ablalar, ağabeyler, borsa bizi bağlamaz. Bizim borsamız o hiç varamadığımız uzaktaki köye endeksli, menüde nohut, pilav, hatta pirinç bile lüks kaçar. Bizim borsamızda bakkal Muzaffer, kağıt toplayan seksenlik Habibe var.
Evet biz romantiğiz ağabeyler, suçumuzu ikrar ediyoruz. Çoğunluk eğri diye eğilip bükülmeyiz. Biz romantiğiz ağabeyler, hacı-hoca bilmeyiz. Okuduğu duayı bilmeyenle işimiz yok, gösterip dışarı duvar gibi durduğunu, oysa bastığı zemini bile çıkar uğruna oyduğunu bildiklerimizle işimiz olmaz. Olmaz ablalar, ağabeyler, olmaz, olamaz. Zira biz romantiğiz, itiraf ediyoruz suçumuz buysa, biz bu vahşi dünyaya, neoliberal politikalara, cehalet ve cahil kalma ısrarına uymuyoruz.
Biz romantiğiz ablalar ağabeyler, hem de köküne kadar romantiğiz. Madem öyle, acı çekmek niye, durumu ilan ediyoruz. Don Kişot’sak, Don Kişot’uz, zaten biz Dulsinea’ya aşığız ağabeyler, gerçi “hiç yaşamamış” derler ama olsun. Bırakın Dulsinea düşlerimizde bizim olsun. Biz hala karnı tok, sırtı pek dünya arıyoruz. Biz, öyle Bodrum akşamlarında, kadayıf olmuş göğsünü kapatmak için boynunda fular, ama nedense hala karşıdan gelen on sekizliğe duçar ve önünde illaki bir duble rakı, altmış sekiz model iskeletler değiliz. Çünkü ablalar, ağabeyler, biz sadece Dulsinea’yı düşleriz. “Zaten hiç yaşamamış derler”, biliriz, itirafımız bundandır, dedik ya, biz sapına kadar romantiğiz.
Biz romantiğiz kardeşler, “suyu yoluna bırakmayız”. Bırakırsak su yolunu bulur, yolu boyu çiçek biter, beride kalan kuru. Çünkü bizimki büyük bir bahçe ve biz “peyzaj insanları” değiliz ablalar ağabeyler. Bizim bahçenin bütünü yeşerecek. “Su yol bulup akmaya hasret”, bizim işimizse tohum, toprak, su ve ekmek. O halde mecburen değiştiririz, dedik ya sevgili kardeşler, biz romantiğiz, bunu inkar edip acı çekmek niye? Neden yanlışı sineye çekmek, çaresiz akşamlarda, küllere basılmış kaç yürek? Gerçek bizi özgür kılar, evet biz romantiğiz, bundan sonrası ikrar. Acı yok, acı ırak, eğer bir gelecek varsa sahiden, kapı buradan açılacak.
Ve son kez, açıkça ikrar ediyoruz, hem de sapına kadar romantiğiz, ne seçeneksiz, ne çaresiz, düz tercihimizdendir bu durum, ablalar ağabeyler. İtiraf ettik ya, artık acı da çekmeyeceğiz.