Devletler ağaçlar gibidir, asırlık ormanlar ya da cılız fidanlıklar

Bizim toplumumuzda nedense son yıllarda şöyle bir yaklaşım hakim durumda geldi. Bu kalıp aslında televizyon programlarından birinde dile getirilmiş “psikopatça” bir kavram: “Yağmur yağsın istiyorum, ama ıslanmak da istemiyorum”. Kuşkusuz bu lafı söyleyen kişi şemsiye açılabileceğini kastetmiyor, meali “bir şeylerin olmasını istiyorum, ama bunun için de uğraşmak istemiyorum. Biri lütfen çıksın ve olup biteni benim isteğim doğrultusunda değiştirsin”. Malum Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı’nın torunudur. Altı yüzyıllık imparatorluk, Osmanlı sultanlarınca yönetildi. Derken işler sarpa sarınca, yani imparatorluğu yönetenler akıl ve bilgiden uzaklaşınca, imparatorluk da parçalanmanın, daha doğrusu yabancı devletler tarafından yutulmanın eşiğine geldi. Sonra olağanüstü bir şey oldu, yüz yılda bir bile çıkmayacak bir önder, yani Mustafa Kemal, Osmanlı İmparatorluğu’nun küllerinden genç Türkiye Cumhuriyeti’ni kurdu. Yani o muhteşem zümrüdü anka, kendi küllerinden yeniden doğdu.

Yağmur yağıp da ıslanmamayı isteyenler, işte bu olağanüstü tarihin ders notlarıyla büyüdüler. Ama muhtemelen konuyu anlatırken bir şeyleri eksik bıraktık. Evet Türkiye’nin cumhuriyetle idare edilmesi tamamen Mustafa Kemal Atatürk’ün seçimidir. Bulunduğu konumda istediği idare şeklini benimsetip, kendini tarihe ikinci bir Napolyon Bonapart olarak da yazılabilirdi. Lakin Kurtuluş Savaşı olarak adlandırılan süreç bir milletin ortaya koyduğu iradedir. Bu öyle bir iradedir ki, “kazanmak” için değil, adeta “ölmek” için yaratılmıştır.

Devletlerin serüveni de bir yandan bakılınca yaşayan canlılar, mesela ağaçlar gibidir. Eğer ülkelerini yönetenler ileri görüşlülerse, çalmazlarsa, bulundukları konumu kendi menfaatlerine ya da yandaşları lehine kullanmazlarsa, sonsuz ve sağlıklı bir yaşam söz konusudur. Elbette zaman zaman ekonomik krizler, iklimsel afetler, duraklamalar ya da komşularla sürtüşmeler olabilir. Yapısı sağlam bir devlet mekanizması, bu olumsuz koşulları kolaylıkla aşar. Buna karşılık hatalar rastlantısal olmaktan çıkar da istikrar kazanırsa, yani seçme ve seçilme karşılıklı çıkar ilişkisine dönüşür, kanunlar iktidarın tarafına yontulur, kararlar başkalarının beklentileri ve baskıları üzerine kurulursa, biriken hatalar öyle bir noktaya gelir ki, sistemin bunları ortadan kaldırma şansı artık yoktur. Bu durumda sistem ve beraberinde devlet “kollabe” olur, yani kendi içine çöker, aynen asırlık bir çınarın bir gün çatırdayarak yıkılması gibi, onu ayakta tutacak gövde dokusu kalmaz.

Şimdi yaşamakta olduğunuz günlere bir de bu gözle bakın, iktidar devletin bütün kurumlarıyla kavgalı, sadece kendi düşündüklerinin ve yaptıklarının doğru olduğunu iddia ediyor. Ortada yönetim anlamında bir kriz var, ancak bu krizi çözmek konusunda ana yetkiye sahip, “Başkomutan” payeli Cumhurbaşkanı, yine o makama yine aynı iktidar tarafından taşındığından girişimde bulunamıyor, bulunsa da daha baştan taraf olacağı gözüyle bakılıyor. Ve beri yanda insanlar, insancıklar, “onları ıslatmayacak bir yağmur yağmasını” umut ediyor. Herkes durumdan şikayetçi, taşın altına elini sokmak isteyen bir tek kişi yok, imkanı olan bir şekilde yurt dışına kapağı atmanın yollarını arıyor. Hatta artık kimse ne olup bittiğini merak bile etmiyor.

Devletlerin serüveni, ağaçlar gibidir. Kökleri güçlü ağaçlar, sağlam ve heybetli bir gövdeye sahiptir, onlar her türlü olumsuz koşula rağmen sonsuza kadar yaşar. Buna karşılık gövdesi çürümüş ya da kurtlar tarafından kemirilmiş ağaçlar, biraz sert bir rüzgarla son kez çatırdar. Çatırdayan ağaçların yaşamı bitmez, kökleri yeniden sürgün verir, ancak o heybetli ağaç yerine artık cılız fidanlar vardır. Evet, zümrüdü anka her halükarda kendi küllerinden doğar. Bu nedenle yaşadığı toprakları seven insanların asırlık çınarları vardır, hataları yöntem bellemiş olanlara ise kalır cılız fidanlıklar.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir