Hemen hemen herkesin diline pelesenk olmuş, hiç sorgulamadan tekerleme haline gelmiş bir masal var: “Büyümek için nükleer enerji gerekli!” Çünkü otomotiv sektörü büyümek zorunda, inşaat sektörü de büyüyecek. Nüfus artıyor, dolayısıyla gıda sektörü büyümek durumunda, daha çok öğretmen, daha çok doktora ihtiyaç var. Büyüdükçe hastalıklar da artıyor, bu durumda daha çok hastane açmak zorundayız, sağlık sektörü de büyümeli. Ekonomi külliyen büyümek zorunda. Eh doğal olarak enerjiye ihtiyaç var, bu durumun kaçınılmazmış gibi gösterilmeye çalışılan sonucu nükleer santral yapmak zorunda olduğumuzdur.
Oysa insanoğlunun hikayesi aslında çevresindeki diğer benzerlerinden çok farklı değildir. Canlılar doğarlar, büyürler ve ölürler. Ancak bir kere hangi canlı söz konusu olursa olsun, sınırsız bir büyüme kavramı yoktur, doğru olan sağlıklı büyümek, nitelikli çıktılar yaratmaktır. Öğretmeyi seven öğretmenler, insani ve mesleki kalitesi yüksek doktorlar, gerçekten yenebilir gıdalar ve üreticiye hakkını veren bir döngü, gerçek büyüme budur. Üstüne üstlük, büyüme belli bir sınırı aşarsa “kırılganlık” ortaya çıkar. Kısa sürede elde edilen büyük kazanımlar genellikle aynı şekilde ve krizlerle kaybedilir.
Tüp gaz ne ki, makam aracında kilitli kalmak da var!
Türkiye’nin enerjiye ihtiyacı var mı, elbette var. Ancak bunun nükleer kaynaklardan karşılanması güvenli olmadığı gibi, bizim bünyemize asla uygun değildir. Geçtiğimiz yıllarda sıralayıp yazmıştım, ana başlıklarını tekrarlamakla yetineyim. Bizim ülkemiz çöp patlamaları ile yaşam kaybedilen, nazar boncuğuyla hızlı tren yürütülmeye çalışılan, apronda deve kesilen, metro hattının tavandan delindiği bir ülkedir. Bu ülkenin Başbakan’ı rahatsızlandığı halde, zırhlı arabasında tek başına kilitli kalmış, ancak cam balyozla kırılarak çıkarılabilmiştir. Başta hükümet olmak üzere, herkes bir kez daha sorgulamalıdır, bu örnekler bizim ülkemizde gerçekleşti, bu düşünce tarzı bizim bünyemizin bir parçasıdır, söküp atmak mümkün değildir.
Gelelim bir de şu “azıcıktan bir şey olmaz” şeklinde özetlenebilecek risk meselesine. Yaşamda hiç mi risk yoktur, elbette vardır. Tüp gaz bir risktir, sokağa çıkmak risktir, arabaya binmek risktir. Ama bu risklerin hiçbirinde bulunduğumuz çevre, yüzlerce yıl yaşanması mümkün olmayan bir risk altında değildir, risk sizinle birlikte birkaç kişinin riskidir. Nükleerde ise kaza bir kez gerçekleştiğinde artık nur topu gibi bir “yaşanamaz çevre” sorununuz vardır. Ne yapacaksınız? Göç mü edeceksiniz, burada yaşayıp hiç kaçınılmaz, hastalıkların pençesine düşeceksiniz.
Büyüyen endüstri ve işsizlik, oysa ben tostun içinde kaşar çıkıp çıkmadığına bakarım
Fukuşima gibi apaçık bir örnek varken bile nükleer enerji pazarlaması aslında bir lobicilik faaliyetidir. Nükleer yanlıları milleti “elektrik de ucuzlayacak” şeklinde kandırmaya çalışırlar. Bizim ülkemizde hiçbir şey ucuzlamaz, sadece pahalanır. Madem konu enerjiden açıldı, otogaz örneğini hatırlayalım Bir zamanlar otogaz çok ucuzdu, bunun üzerine herkes arabalarına LPG tüpü taktırmaya başladı. Peki sonra ne oldu, rekabeti sağlamak için benzin mi ucuzladı? Hayır elbette bir takım manipülasyonlarla otogaz pahalandı, ucuz ulaşımın önü alınmış oldu. “Nükleer santral kurulunca elektrik ucuzlayacak” söylemi bir palavradır. Türkiye’de bir şey ucuzlamaz, benzin fiyatında dünya sıralamasındaki yerimizi herkes biliyor.
Oysa geçen hafta da yazdım, ben “tostun içinden kaşar çıkıp çıkmadığına” bakarım, bu gerçeği de yaşayarak öğrendim. Büfenin vitrininde duran henüz basılmamış tostların kaşarları bile çok görünsün diye dışarı doğru çekilmiştir, bizim ülkede bunu herkes bilir. O yüzden büyüme masalları nükleer gibi bir batağa saplanmadığı sürece “uyusun da büyüsün” etkisinden öteye geçemez. Sonuçta büyüyen endüstridir, enerji makineler için gereklidir. Üstelik daha çok makine daha çok işsizlik demektir, çünkü makineler grev yapmayı da bilmez. İş yok, aş yok, işte o yüzden büyüme anlatılan masalların en keyifsizidir.