İnsanlar biden çok nedenle okurlar. Bilgi artırmak isteyenler inceleme kitaplarına, sanata kapılmak isteyenler şiire ya da edebiyata, düşünce sistemlerini geliştirmek isteyenler ise kurguya başvururlar. Oysa karşılık herhangi bir kitap / yazı türü birden farklı biçimde okunabilir.
Birincil düzeyde okuma aslında doğrudan anlatılana yöneliktir
Eser bir bilimsel konunun irdelenmesi amacını taşıyorsa konuyu kaynakları çerçevesinde irdeler ve yoruma gider. Yorum kişiye özeldir, kaynaklar farklı biçimde yorumlanabilir, siz eserde bunların herhangi birini kendi bilginiz dağarcığında seçersiniz.
Yazar şiir, hikaye ya da roman gibi edebiyat alanlarına girmişse size anlatmakla kalmaz, duyguları uyandırmayı da seçebilir. Okur yazanın amacını mutlak haliyle algılayamaz, kendi duygu durumuyla birleştirir. Dolayısıyla bir şiir duygusal duruma göre farklı anlamlara bürünür, kiminde hoş bir seda oluştururken, kiminde gözyaşlarıyla süslenebilir.
Bir deneme söz konusu olduğunda ortada yeni bir iddia vardır, ufuk açabilir ya da kapatabilir, bu da nesnel değil özneldir, kişi iddiayı öncelikle anladığı anlamıyla kavrar ve irdeler.
Kurgu söz konusu olduğunda ise, bilimkurgu olarak adlandırılır, nedense bilimsel kurgu olarak karşılık bulmamıştır. Bilimkurgu zordur, gerçek dışı konulardan bahsetse bile kendi içinde bir mantık oluşturulmasını gerektirir.
İkinci derece okumada ise işler değişir
İkincil derece okuma okurun bilgisi çerçevesinde şekillenir. Birinci derece okumada anlatılanın anlaşılmasının ötesine geçilemiyorsa eylemin daha doğru adı kıraattir, metnin salt anlamı mertebesinde anlaşılmıştır. Oysa ikincil derece okuma yapılabiliyorsa, metnin anlattıklarının ötesi anlaşılır. Yazarın konuya ya da hayata genel bakışı hissedilebilir. Okurun bilgisi yazarınkinden farklıysa / öteyse, farkı görür, hatta hatalar da bulabilir. Bu farklılıklar yazarın vermek istediklerinin ötesinde tezahür eder, yazar istemeden başka şeyleri aktarabilir. Bilimsel konuları irdeleyen eserler bu nedenle polemik doğurur, edebiyat alanı eleştirilir, ama bilimkurgu okurun aklında daha fazla geliştirilebilir.
Üçüncü derecede okumada yazarın dolaylı aktardığı kavramlar algılanmaya başlar
Bunların bir kısmı bilinçaltı mesajlar da olabilir. Barış amacıyla yazılan bir eser hiddeti körükleyebilirken, dogma karşıtı önermeler kendi içinde dogmalaşabilir. Genel örneklerden anlatalım; George Orwell’in 1984’ü yazıldığı tarihe göre aslında ileriye yönelik projeksiyon yapar. Yazarın sizin olumlayacağınızı tahmin ettiği kişilik, kınamanızı beklediğiyle bütünleşirken, bilakis özdeşleşip üstünlük bile kazanabilir.
Nihayetinde okuma eylemi yazarın sunduğunun kıraati değil, sizin onu algılamanızla ilgilidir. Çıkarım okurun kültürüyle harmanlanır. Aynı kişi aynı kitabı (mesela Küçük Prens) gençlik çağlarında okurken farklı bir şey anlarken, olgunluk çağlarında okurken kendi yaşadıkları çerçevesinde farklı bir çıkarım varır. Okumanın tılsımı da zaten budur. Bu nedenle hiçbir kitap “ben onu okumuştum” değerlendirmesine indirgenemez. Kitap aynı kalsa da okurun yaşı ve birikimi değişmiştir. İşte klasikler dediğimiz sınıf bu nedenle ayrıcalıklıdır, zaman direnirler ve kalıcı olurlar. Bu eserler her dönemde ve her okuma çağında karşılıklarını başka başka biçimlerde bulur.
Okumak hangi kültür biçimi, hangi eğitim seviyesi ya da her kim olursa olsun zorunludur. Böylelikle okuma bir kendi kendini ölçme ve başkasının eserini okusanız bile aslında “kendinizi okumanın” bir yöntemidir. Satırlar akarken aslında kendinizle konuşursunuz, “kendi” olma halinizi geliştirirsiniz. “Olgunlaşmış kendilik” kavramı okudukça biçimlenir. Üç aşamayı da başarabilen “okur” olmanın ötesinde, düşünebilen, derinlikli anlayabilen, konuşmasının akıcılığına her zaman aktaramasa bile, ifadesinin gücünü pekiştirmiş yeni bir bireydir.