Geçen haftanın önemli sözlerinden biri “fikri iktidar oluşturamamak” oldu, ki saptama duruma göre doğrudur. Aslında konuyu çok eskilerde “Uygarlık nedir?” başlığı altında benzer bir kavram olarak tartıştık. İktidar olmasının değişik biçimleri var görünmektedir. Mesela fiziksel güç ya da otorite üzerinden iktidar olmak sık başvurulan yöntemlerden biridir, ama genellikle uzun sürmez. Benzer durum inanç üzerinden iktidar olmak için de pek farklı değildir, iki dünyanın işlerinin karıştırılmaması gerektiği anlaşılamadığından genellikle yozlaşmayla sonuçlanır. Siyasi iktidar ise halkın seçimi esasına dayanır, ancak değişen koşullarda halk aynı seçimi sürdürmez, o nedenle siyasi iktidarlar da fikri iktidara dönüşemezse geçici olacaklardır. O halde fikri iktidar çağın koşullarına uyumlu olmanın ötesinde, sanat ve bilgi zemininde şekillenir görünür, asgari eşitlik prensibini de kapsayabilirse varlığını çok uzun bir zaman kesitinde sürdürür. İktidarın bu biçimi içi doldurulmuş bir uygarlığın ortaya çıkmasını sağlar.
Bir şehrin uygarlık zemininde kurulması
Bunun şehirlere ve mekanlara yansıması elbette farklı olur. Ekonomik refah doğru kullanılırsa sanat bileşenini de içeren iyi planlanmış mekanlar kurar. Şehri oluşturan yapılar sadece görkemli olmakla kalmaz, sanatsal derinlik ya da üslup içerir. Avrupa’nın önemli şehirlerinin büyük meydanları donatan süslemeli yapılarla bezenmiş olması rastlantısal değildir. Benzer durum elbette İstanbul için de bir yere kadar geçerlidir. Adı anılır metropol yaratabilecek bir uygarlık bunu hem besleyecek, hem de koruyabilecek bir yöntem seçmek zorundadır. Eski şehirler istilaya karşı surlarla çevrilirken, şehrin bir kısmı da temel gıdayı sağlayabilecek bostanlara ayrılır. Böylelikle herkesi hayran bırakacak şehrin onu elde etmeye çalışanlara karşı uzun süreli kuşatmalarda bile korunabilmesi olanaklıdır.
Ancak süreç görüldüğü kadarıyla farklı işler. İmrenilecek yapılaşma, o şehri ortaya çıkaran, yani onu yoktan var ederek ruh katan bir uygarlıkla başlar. İster askeri, ister ekonomik üstünlük olsun, nihai amaç kendi varlığının ifadesi olacağından, sanatla biçimlenmiş görkeme önem verir (bir istisnası sanatsal olmamakla birlikte geometrik üstünlük zeminine kurulan piramitlerdir). İktidar değiştikçe bir önceki görkemi aşmaya çalışır, eskisini geride bırakacak hamleler yapar. Ancak insan beri yandan hırslarının esiridir, yerleşik temel uygarlığı kuranlar bir süre sonra kaçınılmaz iç sorunlarla boğuşmaya başlar. Oysa el elden üstündür, görkemli varlığıyla hedef haline gelen her şehir iyi planlanmış ve uzun soluklu bir kuşatmayla eninde sonunda ele geçirilir.
Şehirlerin el değiştirmesinin etkileri
Artık şehrin yeni sahipleri vardır, bunlar barbarsa şehri yıkarak ortadan kaldırır. Oysa tam tersi de olabilir. Şehir korumak ve üstüne koymak amacını güden bir yeni güç tarafından ele geçirildiğinde varlığını korur, ama kimlik değiştirir. Bunun inanç zeminindeki karşılığı ibadet alanlarının korunması, ancak ekleme ya da çıkartmalarla din değiştirmeleridir. Benzer şekilde binalar da korunur, ancak eklemelerle ya da yenileri inşa edilerek başka kimlik kazanır. Şehir böylelikle başlangıç noktasından daha ileriye doğru genişlemeye başlar. Bu durum şehrin dokusunu kısmen değiştirse de uygarlık zemininde kurulmuş olmasına zarar vermez, çünkü takipçiler kurucu düşüncenin başka bir tezahürünü sergilerler.
Ancak bazen de işler böyle seyretmez, bir yeri cazibe merkezi haline getirenler o bölgeden ayrılmak zorunda kalabilirler, şehir varlığını yine sürdürür. Ne var ki artık düşünce biçimi değişmiştir, ortaya çıkan boşluğu dolduranlar için uygarlık kavramı önem taşımamaktadır. Ekonomik refah oluşsa bile fikri iktidar ortadan kalktığından içerik boşalır, zemin sığlaşmaya yüz tutar. Yeni gelenler üstüne koymak yerine, “üstüne konmak” mantığını gütmeye başlarlar. Artık o şehir ilk ilkeyi benimseyenler için yaşanabilir olmakta çıkar, böylelikle şehirden uzak yeni yerleşkeler belirir, fikri iktidar olunamayan yerde mekan göçü kaçınılmazdır.