Geçen hafta sözü getirdiğimiz parlak düşünce sadece üretimle, somut çıktıyla ilişkili bir unsur değildir, bakış açısının derinlemesine değiştiği her durum aslında kendi içinde bir parlak düşünce oluşturur. O düşünce haline varmayı becerenler için zaten bir sorun yoktur, sorun bunun diğerlerine anlatılması ve benimsetilebilmesinde ortaya çıkar. Toplumun büyük kısmını oluşturan diğerlerinin yeni bir düşünce ya da çözüm önerisi karşısındaki tutumları önce kayıtsızlık aşamasında kalır. Tamam, yeni bir düşünce ortaya çıkmıştır, ama kabullenme ya da eyleme (değişikliğe) dönüşmediği sürece bir şey ifade etmez.
Yakın tarihteki örneklerden biri cep telefonlarıdır, Batı’da yaygınlaşmaya başladığında ülkemizde de sermaye sahiplerine teklif edilmiş, alıcı bulamamış, aklı ticarete en iyi çalışanların bile düşünce muhafazakarlığını geçememiştir. Nitekim benzer örnek en az yüz yıl önce elektriğin üretimindeki “akım savaşlarında” da gözlemlenir. Karaköy Tünel yeraltı metrosu dünyada kurulan ikinci metro sistemi olsa da uzun süre sadece keçilerin taşınmasıyla sınırlı kalır. Bu saydıklarımız uygulamalı alanlara karşı tutuculuktur, ama dünyanın düzlükten yuvarlaklığa geçişi de parlak düşüncenin karşılaştığı direncin en iyi bilinen örneklerinden biridir.
Parlak düşünce çilesi, o doğduğunda başlar
Bu açıdan baktığınızda akademi ve zaman zaman endüstriler bile parlak düşünce karşısında tutuktur. Bu bir yerde mevcut yaşam konforunun terk edilmesine olan tepkidir; yeni ve parlak düşünce tam da bu nedenle en büyük tepkiyi akademiden alır, endüstrinin uyumu uygulamanın başarılı olduğunun kabullenilmesine dek sürer. Dolayısıyla yeni düşünce geliştirenin çilesi hayallerin gerçek olmasıyla henüz yeni başlar. Yaklaşımın topluma doğru anlatılmasıdır, düşünce o konudaki akademi değil, ancak uygulayıcılar artarsa benimsenir. Bu “yürüyen merdivene binme özrü” benzeri bir tutukluktur; akmakta olan yeni bir evren belirmiştir, ama ilk kullanımı herkes için bir adaptasyon güçlüğü yaratır.
Halkla ilişkiler alanında faaliyet gösterenler maharetlerini konuşturmak zorundadır. İyi planlanmış bir strateji süreci hızlandırmakla kalmaz, uygulamayı kolaylaştıran aşamaların anlaşılması ve eksiklerin birer birer düzeltilmesiyle birlikte yeni standart haline getirir. Nitekim taharet bezinden tuvalet kağıdına, her hafta kaynatılan alt bezinden hazır beze, ciğer kaynatmaktan hazır mamaya, kesekağıdından poşete geçiş de bundan farklı değildir. İnsanlar kolaya çabuk alışır ve tartışmasız uyum gösterirler. Bunların büyük kısmının zorunlu ihtiyaç olarak algılatılması bile sadece süreçtir. Sonunda öyle bir zaman gelir ki, eskiyi bilenlerin de soyu tükendiğinde “yeni normal” siz fazladan bir şey yapmadan kendiliğinden ortaya çıkar.
Parlak düşüncenin kusuru
Bununla birlikte işler her zaman yolunda gitmeyebilir, tarih bu nedenle yeni yeni doğan, ama bir nedenle rafa kaldırılan parlak düşünce depolarını da bünyesinde barındırır. Çoğu parlak düşüncenin taşıdığı temel kusur sürdürülebilir olmamasıdır. Nihayetinde bir gün gelir, kaynaklar tükenmeye ya da alım gücünün çok üzerinde kalmaya başlar. İşte bu parlak düşüncelerin en gösterişli aşamasıdır. Artık hesabın kesilme vaktidir; hazıra alışmış, kolaya kaçmış olanların cüzdanlarının boş olduğunu ve hatta cüzdanlarının bile kalmadığını fark etmeleri aşamasına erişilir. Pera Palas’ın önünde avuç açan adam artık gerekçe olarak bebek maması kutularını gösterir. Bulaşık makinesinin kireç tutmaması için bile ayrı ürün satmayı başarmış parlak düşünce çoktan yeni çözümü üretmiştir, görev yine halkla ilişkilere devredilir.
Uca eriştiğinde duran sarkaç artık diğer tarafa salınmaktadır (daha fazlası için lütfen Dinner for Few adlı filmi izleyiniz).